«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»

27 Haziran 2011 Pazartesi

Fısıltıların ötesini duyansın; hangi ses sessizdir?

Her mekânda Sen olduktan sonra, hangi mekân gurbettir? 
Şah damardan daha yakınsın, hangi uzaklık sıladır? 
Topraktan yaratır, ruh verirsin; hangi ölüm ayrılıktır? 
Dar mekânlardan azat ettikten sonra, hangi zindan esarettir?
Nurun âlâ nursun; hangi zifiri karanlık, karanlıktır?
Her dâim yanımdasın, hangi hâl vuslattır?
Fısıltıların ötesini duyansın, hangi ses sessizdir?



18 Haziran 2011 Cumartesi

Vuslat, sevdiğini görmek için rüyaya dalıp uykuya dalamamaktır.

"Okuduğumuz şiirlerde, hikâyelerde hep hicrandan, ayrılıktan bahsediyoruz. Bugün vuslattan, kavuşmaktan bahsetsek?"


"Evet" dedim istemeden ve sanırım biraz sesli olmuştu. Biraz şaşırarak, biraz da gülerek baktı herkes yüzüme.


"Tabii ki olur" dedi Ömer ağabey. "Biz de siz gelmeden önce Ahmet'le tam da onu konuşuyorduk. Denk geldi. Güzel oldu. Ama bu bahiste öyle çok fazla şiir bulamayız ki dostlar. Yârine, sevdiğine ya da arzusuna (bu ister mal mülk, ister sevda olsun) kavuşan yine de bir firkat içindedir."


Etrafımdakilere bir baktım da herkes benim gibi bakıyordu. "Nasıl yani?" der gibi. O kadar zaman kavuşmak için acı çekeceksin, bekleyeceksin ulaşınca da tekrar acı çekeceksin, olacak şey mi bu?


"Mesela" dedi sonra Ömer ağabey.
"Mesela Zâtî'nin çok sevdiğim bir beyiti vardır;


Ayıttı ol peri bir gün düşüne girüren bir şeb
Sevincimden nice yıllar geçipdir görmedim uyku?
[O peri gibi güzel dilber bana "Rüyana geleceğim" diye söz verdiğinden beri heyecandan gözlerime yıllardır uyku girmedi. :(Oysa uyusam belki de sözünde duracak ve gelecek düşüme.)]


İşte vuslat dediğin böyle bir şey.
Pes ki pes.
Sevgilisi rüyasına geleceğim diyor da adam sevincinden, heyecanından gece uyuyamıyor ki sevdiğini görsün. Vuslat budur işte azizim. Sevdiğini görebilmek için rüyaya yatıp uykuya dalamamaktır.


"Doğuda Aşk Böyle Yazılır - Fatih Duman" kitabından alıntıdır.





Sönmesin bu AŞK

Bak Arkadaş, içindeki ateşin eksik olmasın hiç. Yanmazsan pişemezsin. Sen de bilirsin ki Hazret-i Molla öyle der. Pişmek için yanmak gerekir. Ama bu yakan ateş hangi ateştir? Onu bilmek gerekir. Bize lâzım olan ateş-i aşktır.


Öyle ki Hak Teâlâ birine aşk nasip edince gönlüne bir soğukluk nasib eyler. Bu soğukluk gönüle düşünce ateş sökün edip dimağa ulaşır. Fikrini, zikrini, lisânını yakar, kavurur ve dâhi aşk eder.


Âşık olan âdem, mevzu aşk olunca coşagelir ancak. Ah u vahlarla içindeki ateşi savurur. 
Bu âşığın cefresidir ki koklasan yanık bir buhurdur. 
Kimisinde ise kelâma dönüşür bu ateş ki satıra düşer, şiirlere dokunursan yanarsın.


Bu yangın gözden yaş düşürür, dilden söz düşürür, elden can ve dâhi gönülden kan düşürür. 
Her "ah" deyişte biraz daha körüklenir ki sönmesin. 
Sönmesin bu ateş arkadaş, bu aşkın hiç sönmesin.





13 Haziran 2011 Pazartesi

Ebedi Sevgilim...

Ebedi sevgilim benim... 
Üç günlük aşklar yaşanmaya başladı şimdilerde. 
Oysa aşk, ne üçgünlük ne de üç asırlıktır... 
Aşkın gerçek anlamını yakalayanın sevdası mezarda dâhi bitmez... 
Ve öyle bir mâşukun olmalı ki, seni ateşlere değil; cennetlere götürmeli...


12 Haziran 2011 Pazar

Aşk-ı Bâkî

Bir zaman, adamın biri derdinden ağlayıp sızlanıyormuş. Ünlü şeyhlerden Şıblî onun bu hâlini görmüş ve ağlamasının sebebini sormuş. 
Adam:

 "Güzelliği canıma can katan, ömrümü artıran bir sevgilim vardı. Geçenlerde öldü. Şimdi ayrılığı beni de öldürüyor."

" 'Madem ki sevgilinin hasretiyle yanıp tutuşuyorsun' demiş Şıblî, o hâlde yeni bir Sevgili bul kendine. Ama dikkat et, bu sefer âşık olduğun Sevgili, ölenlerden olmasın!"



11 Haziran 2011 Cumartesi

korku....

Aşk korkuya peçedir, korku da aşka perde,
Allah'tan nasıl korkmaz, insan O'nu sever de...

Sükût-u Hayâl

Yağmur silip götürecektir; benden sana ne kaldıysa.
Sağanak altında eriyeceğim bir gün...
Olmadı hiçbir şey; hayâl ettiğim gibi olmadı
...


A BENİM KIRILGANIM!

A BENİM KIRILGANIM! 

Her vakit okşanma bekliyorsun; ama sendeki bazı hastalıkların ilacı, canının yanmasıdır. 

Şöyle bir bak; ne ki şifâdır, az ya da çok yakıcıdır. 
Bir bal vardır; hem tatlı, hem şifâlı olan, onu da biraz fazla yesen, için yanar “Su!” diye… 

Etme! Merhameti sadece tebessümden ibaret zannetme. 
Kaşlarımı çatışımdaki tebessümü göremezsen, başkalarından ne farkın kalır?


10 Haziran 2011 Cuma

İnsan denince?

Kuş sesleri dediğimde aklına asla karganın gelmediğini biliyorum. 
Bu, karganın da bir kuş türü olduğunu bilmeyişinden değil, karganın türünün en önemli özelliği olan 'güzel bir ötüşten' mahrum oluşundan elbette. 
Yüzümü yıkarken acaba diyordum; acaba türümüzün en önemli özelliklerini taşıyor muyuz? 
Hareketlerimiz ve sözlerimiz nerelere saplanıyor? 
Acaba insan denince hatırlanıyor muyuz?


Ben, seni böyle güzel nakşeden nakkaşı arıyorum.

Yüzündeki o güzelliği, o endâmı aramıyorum ben. 
Ben, seni böyle güzel nakşeden nakkaşı arıyorum. 
Meftunluğumu başlatan sensin, elhak bu doğru; lâkin ben asıl, içime o meftunluğu koyanı aramaya koyulmak istiyorum. 
Bu yolda elimde olan sensin, bana düşen sensin. 
Ama yüzün, sûretin, cemâlin değil, içime düşürdüğün o hâle...



9 Haziran 2011 Perşembe

Yâr & Âhiret

Sûret yanıltır; görmek gerekir sîreti. Öyle bir yâr sevmeli ki hazırlasın âhireti.


Sen kaldır beni ALLAH'IM!

İçimdeki bu ateş sönmemeliydi;
Koştum koştum koştum...
Bu yol yağmurlu, fırtınalıydı; lâkin,
Her köşebaşını yalçın kayalıklar tutuyordu.
Çetin bir savaştı yaşamak;
Düştüm, kalktım. 
Düştüm, kalktım.
Düştüm...
"Allah'ım! Sen düşürme beni!" diyemedim. 
Her düştüğümde: "Sen kaldır beni Allah'ım..."


UNUTMA!

Unutma!
Her şey senin için yaratıldı; ama dikkat et, sen her şey değilsin!
Dünya boyun eğicidir; ama sen zalim efendi değilsin!
Yeterli sayıyorsun kendini kendine; oysa hiç yeterli değilsin, muhtaçsın; ihtiyaçsız değilsin!
Her şey senin emrinde, doğru; ama amirliğe kalkışma!
Bil ki kalıcı değil, geçicisin; sahip değil, misafirsin; sabit değil; iğretisin.
Her ne ki var sende, ödünçtür; senin sanma. ŞIMARMA!

(Lâ / Sonsuzluk Hecesi)

8 Haziran 2011 Çarşamba

Kimi kandırıyoruz?

‎"Kalbiniz temiz olsun yeter. İçki içebilirsiniz, küfür edebilirsiniz, gıybet edebilirsiniz, zinâ yapabilirsiniz; harama bakabilir, vücudunuzu ulu orta sergileyebilirsiniz... Kısaca, istediğiniz günahı gönül rahatlığıyla işleyebilirsiniz; yeter ki kalbiniz temiz olsun." diye bir şey mi var müslümanlıkta? 
Kimi kandırıyoruz? 
Ne kadar da rahatız; sanki hiç ölmeyeceğiz...


Yüzüne bakmasını bilen...

Kimse kendisinden daha iyi bir ayna olamaz kendisine. 
Belki senin aynan kendine kırıktır? 
Yüzüne bakmasını bilen, sakladıklarını okumasını da bilir
...
(Kahraman Tazeoğlu)


Şimdi benimle susar mısınız?

Nerede, neye, ne kadar susacağını bilmek; nerede, neye, ne kadar konuşacağını öğrenmekten daha zordur. 
Ben, suskunluğumu kendine konuşma alanı yapanları değil, susuşumu ruh ikizi gibi görenleri arıyorum. 
Şimdi benimle susar mısınız? 
Ben sustukça çoğalıyorum, siz konuştukça azalıyorsunuz. 
Kendinizi tüketerek birikemezsiniz.

(Kahraman Tazeoğlu)


Suskunluğum...

Suskunluğum, konuşamamaktan ya da adam sansınlar diye değil; konuştuklarımdan yapılma silahlarla beni vurmasınlar diyedir. 
Susarak gülümseyişimi de ifadesizliğe yeğlemek olarak algılayın; sizi küçümsemek olarak değil! 
Sükût ikrardan gelir derler. Siz bir de o gülüşe acı ekleyip düşünün derim ben de...

(Kahraman Tazeoğlu)


İyiyim!

Cepten hüzünler yiyorum uzun süredir.
Ağlamaklı bir iç borca bile girdim. Karşılığında, devrik cümlelerime el konuldu, içten konuşmalarım dinlemeye alındı ve kelimelerimin şifresi çözüldü.
Önemsemiyorum... 
Pervâsızım sorumluluklara, sorunlara, sorulara...
Kesin sonuç: Bataklığın çamur rahatlığındayım ve iyiyim!


(Kahraman Tazeoğlu)


7 Haziran 2011 Salı

:)

"Ben ahlâkını beğendim; cemâlinde gözüm yok." 
cümlesi, yerini: 
"Ben maaşını, evini, arabanı beğendim; cemâlinde gözüm yok." 
cümlesine bıraktı. 
Hayırlısı olsun:)


Kaç şekerli?

Senin şekerle tatlandırılmış gözyaşların var. 
Kahkahaların, en gizli ağlama biçimin aslında. 
Herkesten gizliyorsun acılarını. 
Üstelik bu gizlediğin acıların üstünü gülüşünle örtüyorsun. 
Sorarım şimdi sana; senin acın kaç şekerli?

(Kahraman Tazeoğlu)


Ey Gönül!

Yaradan; gönlü kırık olanlarla beraberim, demiş. 
O zaman, biz de kırdık gönlümüzü bin parçaya; 
İpi kopmuş tespih taneleri gibi gökyüzünden yeryüzüne düşürdük. 
Eğer öyle ise, ki amenna öyledir;
 Savurduk gönlümüzü ufkun ötesine.
“Ey gönül! Bizde yaşayacaksan, kırık yaşayacaksın bilesin..."


Kadın...

Şu fâni dünyada erkeklerin kalbine nâzil olmuş en güzel âyet olarak görüyorum kadınları.

Âyet, Rabbimizin lütfunu haber veren işaret demekse, kadın ete kemiğe bürünmüş bir âyettir. 

Sonsuz derinlikte sözler besleyen ruhu ve kalbi bürüyen bir âyettir. Konuşan bir âyettir. Karşına geçip dile gelir;
Allah tarafından gönderildiğini söyler. Sanki dünyada; ama dünya ötesi bir şeydir kadın… 

(Senai Demirci)


Gerçek Sevgili?

Eğer sen sevgilinin sadece bedenini seversen; eğer şekle, sûrete âşık isen, bir güzelin ruhu bedeninden ayrılınca, neden onu bırakıyorsun? Neden onu götürüp gömüyorsun? 
Bir ölünün bedeni, sûreti, şekli yerindedir. Senin ona karşı duyduğun soğukluk, bu vazgeçiş nedendir? 

Ey ÂŞIK! 
Bir ara bakalım, senin gerçek sevgilin kimdir?

(Hazreti Mevlânâ)


6 Haziran 2011 Pazartesi

Mehlika Sultan

Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı:
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Kara sevdalı birer aşıktı.

Bir hayalet gibi dünya güzeli
Girdiğinden beri rü'yalarına;
Hepsi meşhur, o muamma güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına.

Hepsi, sırtında aba, günlerce
Gittiler içleri hicranla dolu;
Her günün ufkunu sardıkça gece
Dediler: ''Belki bu son akşamdır''

Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
Daima yollar uzar, kalp üzülür:
Ömrü oldukça yürür her yolcu,
Varmadan menzile bir yerde ölür.

Mehlika'nın kara sevdalıları
Vardılar cikrigi yok bir kuyuya,
Mehlika'nın kara sevdalıları
Baktılar korkulu gözlerle suya.

Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan..
Ufku çepçevre ölüm servileri.....''
Sandılar doğdu içinden bir an
O, uzun gözlu, uzun saçlı peri.

Bu hazin yolcuların en küçüğü
Bir zaman baktı o viran kuyuya.
Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü
Parmağından sıyırıp attı suya.

Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!..
Erdiler yolculuğun son demine;
Bir hayal alemi peyda oldu
Göçtüler hep o hayal alemine.

Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Seneler geçti, henüz gelmediler;
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Oradan gelmeyecekmiş dediler!..

Rabbim! Kalbimi TUT!

Rabbim! Kalbimi tut!
Etrafımı saran uçurumlara düşmemem için, düşüncelerin oluşturduğu bilinmezlik denizinde kaybolmamam için, nefsimin ve şeytanın gönlümü esir almaması için; ellerimden tut Rabbim.

Rabbim! 
Geçici ve boş şeylerle yorulan kalbimi Sevginle doldur.
Her şeye Senin sevginle bakabilmeyi öğret.
{ÂMİN}


Bil ki...

Bil ki Allah biliyor!

Denemekten, çabalamaktan yorulup cesaretin kırıldığında,
Bil ki Allah ne kadar uğraştığını görüyor.

Kalbin taş kesilecek kadar ağladığında,
Bil ki Allah döktüğün gözyaşlarını sayıyor.

Hayatın durduğunu, zamanın aleyhine işlediğini düşündüğünde,
Bil ki Allah seni izliyor.

Hayâllerin yıkılmış, umudun kalmamış ve kendi kendine "neden böyle" diye soruyorsan , Bil ki Allah cevabini biliyor.

Hiç neden yokken ıçinde tuhaf bir huzur hissettiğinde,
Bil ki Allah sana fısıldıyor.

Bütün ışlerin yolunda gidiyor ve teşekkür etmek ıçin her an bir neden daha oluyorsa, Bil ki Allah seni kolluyor.

Bütün kalbinle dilediğin şey sonunda gerçek olduysa,
Bil ki Allah sana gülümsüyor.

Nerede olursan ol, ne düşünürsen düşün, ne yaparsan yap,
Bil ki Allah Biliyor...


ne olur bir kez göreyim....

Zeytin siyahıydı zeydin gözleri
Doyamazdım sana bakmaya ey nebi
Hey hat olamadık Zeydin gözleri
Bakamadım sana bir kez sevgili
Hey hat olamadık zeydin gözleri
Bakamadım sana bir kez sevgili sevgili
Adım atacak hal kalmaz bende
Görürsem seni ne olur bir kez göreyim düşümde seni

Altın beyazdı zeydin elleri
Kıyamazdım bir kere tutmaya ey nebi
Hey hat olamadık zeydin elleri
Tutamadım bir kez nazlı sevgili
Adım atacak hal kalmaz bende
Görürsem seni ne olur bir kez göreyim düşümde seni

4 Haziran 2011 Cumartesi

Yakarış

Bilirim verdiğin dert dermansız değil,
Bilirim sen beni benden çok düşünürsün
Bilirim hep yanımdasın,ama
Rabbim Seni yanımda duyacak güçlü iman nasip et!
Çünkü artık ben bende değilim ;
Sıkıntım yine seni bilmemekten... Belki seni tam bilsem iyi bilsem Aşk'ının ateşiyle yanarken kalbim acımaz haz duyardı.... Beni yak ama kendimi yakmama müsaede etme Allahım!
Ben bende değilim beni kendime getir Allahım!
Göz açıp kapayıncaya kadar değil göz açıp kapama zamanından da az bir zaman bile beni bana ve nefsime bırakma....
Yak beni Aşkınka ama kendimi yakmama müsaade etme!

3 Haziran 2011 Cuma


Kaşına, gözüne değil; imân'ına, ahlâk'ına hayran olmalıyım.

Îman & AŞK


Namaz ile sonuçlanmamış îman, vefâsızlığa uğramış aşk gibidir.

BULMAK

"Allah birdir. başka şeylere müracaat edip yorulma!
Onlara tezellül edip minnet çekme!
Onlara temelluk edip boyun eğme!
Onların arkasına düşüp zahmet çekme!
Onlardan korkup titreme!
çünkü Sultan-ı Kainat birdir, her şeyin anahtarı O'nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir; her şey O'nun emriyle halledilir.
O'nu bulsan, her matlubunu buldun;
hadsiz minnetlerden, ve korkulardan kurtuldun."
"O'nu bulan neyi kaybeder ki?"

Hoş geldin!

"Hoş geldin ey suskun sevgilim;
Tut sözünü; sus. Mühürle dudağımı, sesimi tut, lâl eyle çığlıklarımı.
Nahoş avazların uçurumlarından çek dilimi.
Yalanların kuyularından çekip çıkar nefeslerimi.
Göklü söz ağaçlarının bengisuyuna kat hecelerimi.

Hoş geldin ey yüzü gamzelim;
B/akışının menzilinde tut gözlerimi. Tir-i müjgan dokunuşlarınla delik deşik et kibrimi.Gör(e)meyip de seni, göster(e)meyip de yanımda yöremde, görür gibi huzurunda tut çaresiz yetimliğimi.

Hoş geldin ay yüzlüm benim;
Tut saçlarımın kakülünden, kaldır yüzümü yerden.
Utancımı tebessümünün kıvrımlarına dola, yut.
Pişmanlığımı gül yanağının yamaçlarına sar, uyut.
Dağıt neşemin saçlarını, hüznün tenine yasla umarsızlığımı. 


Hoş geldin ey hesapsız sevincim;
Tut elimi. Avuçlarında tut uzanamadığım uçurum çiçeklerimi.
Geri ver uzak dal uçlarına terk ettiğim huzur meyvelerimi.
Tut Ferhad'ımın elinden, şirin vuslatların köyüne taşı yüreğimi.
Tut Züleyha'mın elini, önü/ardı yırtık gömleklerin kuyusuna zindanına düşürme nefsimi.

Hoş geldin ey ruh ikizim;
Tut, ardında tutulduğum aynalara tut yüzümü...
Tut ki aynalarda avuntu bulamayan, bakışlarında kendini tanımayan, özlediğinde kendine varamayan, yüzünü yakmış bir hastayım.
Gözbebeğinde tut beni.
Ayıplamadan, tiksinmeden bakışının ışığından yüz ver bana.
Tut ki resimli el ilanları asılmış bir kayıp çocuğum; duvar diplerine asılı umarsız bakışların kovduğu bir lüzumsuzum.
Tut kolumdan, ardın sıra sürükle, yuvama götür.
Tut ki mürekkebin hiç hatırını sormadığı yırtık bir kâğıt, kalemin hiç içmeyeceği unutulmuş bir sözüm.
Aklında tut beni; diline dola, dudağına değdir, cümlede kullan, tut bir şiire kafiye eyle beni.
Tut ki üzerindeki rakamları ciddiye alınmayan kalp parayım. Elinde tut, say beni, inci mercana sat beni. Işığa tut yüzümü; sahih kıl beni.

Hoş geldin ey son tesellim;
Göz yaşımı yanağında tut, taç yapraklarına taşı ağlayışımı.
Şehvetin kirinden sıyır, tenin tozundan ayıkla kalbimi.

Hoş geldin ey kalbimin göğü;
Tut kanatlarımdan, rahmete yapıştır teleklerimi, yücelere yükselt bedenimi. Yağmurları tut sakla hüznümün bulutlarında.

Hoş geldin ey bin bahar neşesi;
Tut elimden sımsıcak, karanfillerin kûyuna götür beni, güllerin suyuna kat demimi, demkeş eyle gönlünün pervazına kalbimi.

Hoş geldin ey ışıltılı libasım;
Tut yakamdan, giy beni, giyindir beni, ört bencilliğimi, üşümeye terk etme bendeni. Omuzlarıma sarıl şal gibi, rızana razı eyle beni.

Hoş geldin ey kan davalım;
Tut (i)ki yakamdan, tutukla beni, yetimlerin yüzüne çalıp pare pare eyle cimriliğimi. Bağla ayağımı yokluklara gitmekten. Bileklerimi kelepçele, yasakla ellerime biriktirmeyi..

Hoş geldin ey açlığım;
Tut ve at sahte doymuşluklarımı, teni üzerimden sıyırıp ruhun semâsına savur beni. Çıplak bırak cümle duyarsızlıklardan. Yırt at yüreğimdeki yalancı tesellileri.

Hoş geldin ey sırdaşım;
Tut beni, sobele. Saklandığım yerde bul beni. Şehrayinlere kat. Gizlice kaçır evden. Mahyaların ışığına kat gözlerimi. Kan/dillerin fısıltılarını lerzan gönüllere karıştır. Kanlıyı hunrîz ile barıştır ki ihanetler yatışsın, nefretler sönsün, yalnızlıklar sussun...

Hoş geldin ey gam telim;
Tut getir o mahur besteleri. Notaların ahengine böl kırgınlıklarımı.
Şarkı eyle, ezberinde tut kırık sözlerimi.
Mızrabının ucunda titretiver yüreğimi, aşka sürgün et kelimelerimi, göklü salkımından emzir kuşluk vaktimin ümitlerini.

Hoş geldin ey güz yağmurum;
Sağanağına tut bu çorak gönlü. Seline kat yangınlarımı.
Damla damla denize at kanayan yanlarımı. İçimde uyuyan tohumları uyandır, baharlara taşı/r yüreğimi. Hüznümün sarı yapraklarını toprağa kat.

Hoş geldin ey oruç;
Acıktım sana; sofrana oturt beni.
Acıttım içimi; göğsünde avut beni.
Aktım sana; damla damla yut beni.
Aldandım sahte ışıklara; beşiğinde uyut beni.
Ağular içtim bal kâselerinden; döşeğinde sağalt beni.
Azaldım nisyanlar içinde; gözlerinde çoğalt beni.
Ağına düştüm isyanların; tut elimi, doğrult beni.
Ağzına düştüm yalanların; tut dilimi, doğruda tut beni.
Ayartısına kandım anlık sevdaların; tut gözlerimi, körelt beni.
Arı duru kalamadım, bulandım; el üstünde tut pişmanlıklarımı, durult beni. Tut beni. 
(Senai Demirci)

2 Haziran 2011 Perşembe

?





"Namaz geçiyor hanım" deyip Aşk'ı her an hatırlatacak Yâr... Nerdesin?






Âlâ...


Minel habîbi, İlel habîbî Habîb.
( Sevgiliden gelen her şey sevgilidir. )


Ey Gözümün NÛR'U!


Ağlama ey gözümün NÛR'U! 
Ey yüreğime hapsettiğim, gönlümün gülü!
Gözünden düşen her damla gözyaşı, benim kalbime hançer gibi saplanır!
Hüzünlerini bana ver ey gülüşünü sevdiğim, bana mutluluğun YÂR kalır...


Sustum!


Sustum!
Konuş deseler de; söz gümüşünü biriktiririm artık yamalı keselerde...

Ne güzel der Fuzûli: Ya sevgiliden söz et, ya sus!
Garibullah da der ki: Ya 'ALLAH' de, ya sus!
... 



en içten gelen dua...

Ey AŞK! Nefsimin elinden alıp, beni Rabbim'e bağlar mısın sıkıca? ~Seni Seviyorum~ diyebilir miyim Rabbim'e riyasızca...

BENİ BENDE ET!

‎"YA RABBİ BİLDİR DE BEN BENİ BİLEYİM...
BENİ BİLEN,BEN İLE KENDİME GELEYİM...
BENİM BENSİZLİĞİM İLE BEN SENİ BİLEYİM.SENİ BİLMEYEN BENİ,BEN NEYLEYİM..."

1 Haziran 2011 Çarşamba

Duâ!


Rabbim! 
Öyle bi yâr nasip et ki, cemaat'i o olsun aşkın; imam'ı ben...


...

YAĞMUR

Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur

Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından

Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur

Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından

Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat

En müstesna doğuşa hamiledir kainat


Yıllardır boz bulanık suları yudumladım

Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım


Hasretin alev alev içime bir an düştü

Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü

Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde

Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü


İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin

Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla

Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin

Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla

Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak

Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak


Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım

Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü

Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü


Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe

Her sayfada talihsiz binlerce kurban düştü

Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden

Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına

Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden

Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına

Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin

Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin


Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım

Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım


Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü

Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü

Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin

En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü

Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan


Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar

Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan

Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar

Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri

Paramparça, ateşler şahının hayalleri

Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım

O mücella çehreni izleseydim ebedi

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü

Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü

Katil sinekler deldi hicabın perdesini

İstiklal boşluğuna arılar nadan düştü


Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında

Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin

Ebedi aşka giden esrarlı yollarında

Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin

Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü


On asırlık ocağın savururdum külünü

Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım

Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım


Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü

Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü

Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara

Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü


Badiye yaylasında koklasaydım izini

Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar

Seninle yıkasaydım acılar dehlizini

Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar

Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya

Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya


Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım

Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım


Haritanın en beyaz noktasına kan düştü

Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü

Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi

Hakların temeline sanki bir volkan düştü


Firakınla kavrulur çölde kum taneleri

Ahuların içinde sevdan akkor gibidir

Erdemin, bereketin doldurur haneleri

Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir

Şemsiyesi altında yürürsün bulutların

Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların


Devlerin esrarını aynalara sorsaydım

Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım


Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü

İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü

Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer

Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü


Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini

Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir

Yıldırımlar parçalar çirkefin gölgesini

Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir

Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından

Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından


Madeni arzuların ardında seyre daldım

Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım


Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü

Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü

Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali

Hazindir ki, dertleri aşmaya umman düştü


Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır

Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur

Sensiz doğrular eğri, beyaz bile karadır

Sesini duymayanlar girdabında boğulur

Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin

Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin


Saatlerin ardında hep kendimi aradım

Bir melal zincirine takıldı parmaklarım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım


Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü

Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü

Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül

Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü


Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde

Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay

Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde

Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray

Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin

Mekanın fırçasında solmayan resim senin

Yağmur, bir gün elimi ellerinde bulsaydım


Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım


Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü

Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü

İniltiler geliyor doğudan ve batıdan

Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü


Islaklığı sanadır ahımın, efganımın

İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler

Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın

Nazarın ok misali karanlıkları deler


Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin

Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin


Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım

Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım


Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü

Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü

Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün

Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü

Nefesinle yeniden çizilecek desenler

Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek

Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler

Anneler çocuklara hep seni içirecek


Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin

Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım


Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü

Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü

Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın

İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü

Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım

NURULLAH GENÇ