«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»
27 Haziran 2011 Pazartesi
Fısıltıların ötesini duyansın; hangi ses sessizdir?
18 Haziran 2011 Cumartesi
Vuslat, sevdiğini görmek için rüyaya dalıp uykuya dalamamaktır.
"Evet" dedim istemeden ve sanırım biraz sesli olmuştu. Biraz şaşırarak, biraz da gülerek baktı herkes yüzüme.
"Tabii ki olur" dedi Ömer ağabey. "Biz de siz gelmeden önce Ahmet'le tam da onu konuşuyorduk. Denk geldi. Güzel oldu. Ama bu bahiste öyle çok fazla şiir bulamayız ki dostlar. Yârine, sevdiğine ya da arzusuna (bu ister mal mülk, ister sevda olsun) kavuşan yine de bir firkat içindedir."
Etrafımdakilere bir baktım da herkes benim gibi bakıyordu. "Nasıl yani?" der gibi. O kadar zaman kavuşmak için acı çekeceksin, bekleyeceksin ulaşınca da tekrar acı çekeceksin, olacak şey mi bu?
"Mesela" dedi sonra Ömer ağabey.
"Mesela Zâtî'nin çok sevdiğim bir beyiti vardır;
Ayıttı ol peri bir gün düşüne girüren bir şeb
Sevincimden nice yıllar geçipdir görmedim uyku?
[O peri gibi güzel dilber bana "Rüyana geleceğim" diye söz verdiğinden beri heyecandan gözlerime yıllardır uyku girmedi. :(Oysa uyusam belki de sözünde duracak ve gelecek düşüme.)]
İşte vuslat dediğin böyle bir şey.
Pes ki pes.
Sevgilisi rüyasına geleceğim diyor da adam sevincinden, heyecanından gece uyuyamıyor ki sevdiğini görsün. Vuslat budur işte azizim. Sevdiğini görebilmek için rüyaya yatıp uykuya dalamamaktır.
"Doğuda Aşk Böyle Yazılır - Fatih Duman" kitabından alıntıdır.
Sönmesin bu AŞK
Öyle ki Hak Teâlâ birine aşk nasip edince gönlüne bir soğukluk nasib eyler. Bu soğukluk gönüle düşünce ateş sökün edip dimağa ulaşır. Fikrini, zikrini, lisânını yakar, kavurur ve dâhi aşk eder.
Âşık olan âdem, mevzu aşk olunca coşagelir ancak. Ah u vahlarla içindeki ateşi savurur.
Bu âşığın cefresidir ki koklasan yanık bir buhurdur.
Kimisinde ise kelâma dönüşür bu ateş ki satıra düşer, şiirlere dokunursan yanarsın.
Bu yangın gözden yaş düşürür, dilden söz düşürür, elden can ve dâhi gönülden kan düşürür.
Her "ah" deyişte biraz daha körüklenir ki sönmesin.
Sönmesin bu ateş arkadaş, bu aşkın hiç sönmesin.
13 Haziran 2011 Pazartesi
Ebedi Sevgilim...
12 Haziran 2011 Pazar
Aşk-ı Bâkî
Adam:
"Güzelliği canıma can katan, ömrümü artıran bir sevgilim vardı. Geçenlerde öldü. Şimdi ayrılığı beni de öldürüyor."
" 'Madem ki sevgilinin hasretiyle yanıp tutuşuyorsun' demiş Şıblî, o hâlde yeni bir Sevgili bul kendine. Ama dikkat et, bu sefer âşık olduğun Sevgili, ölenlerden olmasın!"
11 Haziran 2011 Cumartesi
Sükût-u Hayâl
A BENİM KIRILGANIM!
10 Haziran 2011 Cuma
İnsan denince?
Ben, seni böyle güzel nakşeden nakkaşı arıyorum.
9 Haziran 2011 Perşembe
Sen kaldır beni ALLAH'IM!
UNUTMA!
8 Haziran 2011 Çarşamba
Kimi kandırıyoruz?
Yüzüne bakmasını bilen...
Şimdi benimle susar mısınız?
Suskunluğum...
İyiyim!
(Kahraman Tazeoğlu)
7 Haziran 2011 Salı
:)
Kaç şekerli?
Ey Gönül!
Kadın...
Âyet, Rabbimizin lütfunu haber veren işaret demekse, kadın ete kemiğe bürünmüş bir âyettir.
Gerçek Sevgili?
6 Haziran 2011 Pazartesi
Mehlika Sultan
Gece şehrin kapısından çıktı:
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Kara sevdalı birer aşıktı.
Bir hayalet gibi dünya güzeli
Girdiğinden beri rü'yalarına;
Hepsi meşhur, o muamma güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına.
Hepsi, sırtında aba, günlerce
Gittiler içleri hicranla dolu;
Her günün ufkunu sardıkça gece
Dediler: ''Belki bu son akşamdır''
Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
Daima yollar uzar, kalp üzülür:
Ömrü oldukça yürür her yolcu,
Varmadan menzile bir yerde ölür.
Mehlika'nın kara sevdalıları
Vardılar cikrigi yok bir kuyuya,
Mehlika'nın kara sevdalıları
Baktılar korkulu gözlerle suya.
Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan..
Ufku çepçevre ölüm servileri.....''
Sandılar doğdu içinden bir an
O, uzun gözlu, uzun saçlı peri.
Bu hazin yolcuların en küçüğü
Bir zaman baktı o viran kuyuya.
Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü
Parmağından sıyırıp attı suya.
Su çekilmiş gibi rü'ya oldu!..
Erdiler yolculuğun son demine;
Bir hayal alemi peyda oldu
Göçtüler hep o hayal alemine.
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Seneler geçti, henüz gelmediler;
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Oradan gelmeyecekmiş dediler!..
Rabbim! Kalbimi TUT!
{ÂMİN}
Bil ki...
ne olur bir kez göreyim....
Doyamazdım sana bakmaya ey nebi
Hey hat olamadık Zeydin gözleri
Bakamadım sana bir kez sevgili
Hey hat olamadık zeydin gözleri
Bakamadım sana bir kez sevgili sevgili
Adım atacak hal kalmaz bende
Görürsem seni ne olur bir kez göreyim düşümde seni
Altın beyazdı zeydin elleri
Kıyamazdım bir kere tutmaya ey nebi
Hey hat olamadık zeydin elleri
Tutamadım bir kez nazlı sevgili
Adım atacak hal kalmaz bende
Görürsem seni ne olur bir kez göreyim düşümde seni
4 Haziran 2011 Cumartesi
Yakarış
3 Haziran 2011 Cuma
BULMAK
Hoş geldin!
Aktım sana; damla damla yut beni.
Aldandım sahte ışıklara; beşiğinde uyut beni.
Ağular içtim bal kâselerinden; döşeğinde sağalt beni.
Azaldım nisyanlar içinde; gözlerinde çoğalt beni.
Ağına düştüm isyanların; tut elimi, doğrult beni.
Ağzına düştüm yalanların; tut dilimi, doğruda tut beni.
Ayartısına kandım anlık sevdaların; tut gözlerimi, körelt beni.
Arı duru kalamadım, bulandım; el üstünde tut pişmanlıklarımı, durult beni. Tut beni.
2 Haziran 2011 Perşembe
Ey Gözümün NÛR'U!
Sustum!
en içten gelen dua...
BENİ BENDE ET!
1 Haziran 2011 Çarşamba
...
YAĞMUR
Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur
Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından
Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur
Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından
Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat
En müstesna doğuşa hamiledir kainat
Yıllardır boz bulanık suları yudumladım
Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Hasretin alev alev içime bir an düştü
Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü
Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde
Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü
İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin
Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla
Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin
Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla
Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak
Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak
Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım
Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü
Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü
Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe
Her sayfada talihsiz binlerce kurban düştü
Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden
Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına
Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden
Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına
Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin
Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin
Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım
Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış mazide
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü
Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü
Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin
En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü
Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan
Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar
Mutluluk nağmeleri işitirler Hıra'dan
Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar
Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri
Paramparça, ateşler şahının hayalleri
Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım
O mücella çehreni izleseydim ebedi
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü
Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü
Katil sinekler deldi hicabın perdesini
İstiklal boşluğuna arılar nadan düştü
Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında
Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin
Ebedi aşka giden esrarlı yollarında
Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin
Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü
On asırlık ocağın savururdum külünü
Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım
Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü
Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü
Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara
Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü
Badiye yaylasında koklasaydım izini
Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar
Seninle yıkasaydım acılar dehlizini
Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar
Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya
Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya
Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım
Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Haritanın en beyaz noktasına kan düştü
Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü
Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi
Hakların temeline sanki bir volkan düştü
Firakınla kavrulur çölde kum taneleri
Ahuların içinde sevdan akkor gibidir
Erdemin, bereketin doldurur haneleri
Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir
Şemsiyesi altında yürürsün bulutların
Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların
Devlerin esrarını aynalara sorsaydım
Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü
İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü
Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer
Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü
Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini
Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir
Yıldırımlar parçalar çirkefin gölgesini
Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir
Yağmur, bir gün kurtulup çağın kundaklarından
Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından
Madeni arzuların ardında seyre daldım
Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki, dertleri aşmaya umman düştü
Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır
Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur
Sensiz doğrular eğri, beyaz bile karadır
Sesini duymayanlar girdabında boğulur
Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin
Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin
Saatlerin ardında hep kendimi aradım
Bir melal zincirine takıldı parmaklarım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü
Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü
Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül
Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü
Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde
Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay
Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde
Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray
Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin
Mekanın fırçasında solmayan resim senin
Yağmur, bir gün elimi ellerinde bulsaydım
Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü
Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü
İniltiler geliyor doğudan ve batıdan
Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü
Islaklığı sanadır ahımın, efganımın
İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler
Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın
Nazarın ok misali karanlıkları deler
Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin
Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin
Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım
Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü
Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü
Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün
Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü
Nefesinle yeniden çizilecek desenler
Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek
Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler
Anneler çocuklara hep seni içirecek
Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin
Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü
Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü
Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın
İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü
Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım
NURULLAH GENÇ