«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»

29 Aralık 2011 Perşembe

Kadınların merakı.

İbrahim (aleyhisselam) gitmişti gitmesine; ama Cürhümlü kadınları bir merak sarmıştı. Beni konuşuyorlardı. Neden itirazsızdım, neden suskundum? Bu kadar da sabır olur muydu? Bunca yoldan gelinip konuşulmadan gidilir miydi?

Suskundum, hep sustum. Hiç çekişmedim. Kimseyle kavga etmedim. Pasif miydim? Değil. Su ararken nasıl da alıcı bir şahin gibi tepeden tepeye atmıştım kendimi, hem de yedi kere. Nasıl da say (çalışmak) etmiştim.

Cürhümlü kadınlardan biri yanıma sokuldu. Yeni haberler edinmek, içindeki kadınlık fitnesiyle beni üzmek istercesine sordu:

- Hacer, dedi. Neden Sâre hakkında hiç konuşmuyorsun? Oysa eşin onunla. Sen burada yalnız ve eşsizsin.

İçi fitne ateşiyle dolu kadına gülümseyerek baktım. Konuştuklarımı anlar mıydı; ama yine de iki kelâm etmeyi uygun buldum.

Bilir misin, dedim; boyu uzun kadına. Nefis denen, insanı şeytana yaklaştıran, ona komşu eden bir yer var insanoğlunda. Bir de insanı Allah'la beraber kılan kalp denen bir yer var. İşte o nefis denen yer; şeytanın dinlenme yeri, konuşma yeridir. Şeytan nefis yerinde oturur. Eğer o nefis yerindeyse, insan sürekli konuşur, her şeye kızar. Hiç memnun olmaz. Her şeye itiraz eder. Her şeyde bir kusur, bir olumsuz hâl bulur. Hiçbir şeyin güzel yüzünü göremez. Çünkü şeytanın hiçbir güzel yüzü yoktur.

Uzun boylu kadın korkmuştu:
- Neremizde bu yer, diye sordu kuşku dolu bakışla.

Belli bir yeri yok, her yerinde olabilir insanın, her yerini taht edip oturabilir dedim.
- Ya kalp, dedi kadın korkuyla büzüşerek. Orada kim oturur?

Nefis atıyla dolu dizgin konuşan kadına:
- Kalpte kim mi oturur, dedim; âlemlerin Rabbi. Onun tahtı orası...

Kadın şaşkın şaşkın baktı yüzüme. Belli ki, şimdiye dek böyle bir şey hissetmemiş orada. Onun için dedim:
- Kalp sırrına erenler neler yapar, bilir misin?

Susarlar.
Kızmazlar.
Küsmezler.
Kırmazlar.
Kırılmazlar.
Her şeyde bir güzellik bulurlar.
Hiçbir şeyi insanoğlundan bilmezler, Rabbinden bilirler.
Her şeyi Ondan umup beklerler.
Susarak konuşurlar. Öyle konuşurlar ki, asırlar dinler onları. Âdem babamız susarak konuştu. Hâlâ duyuyorum onun sesini...

Cürhümlü şaşkın kadının yüzü al al olmuştu. Ona dedim:
- Allah, İbrahim'e suhuf gönderdi. Bakın Rabbimiz ne diyor:

"Akıl sahibi, vakitlerini şöyle üç kısma taksim eder:
Bir kısmını Rabbine niyaz ve asar-ı kudretini tefekkürle geçirir.
Bir kısmını ilerisi için ne gibi ameller yapıp yapamadığının hesabını nefsine sormakla geçirir.
Diğer kısmının da yiyip içmesinde haram ve helali gözeterek ihtiyacının temini yolunda sarf eder. Akıl sahibi zamanına dikkatli olup neyi, ne zaman yapacağını bilmelidir. Lisânını boş şeylerden muhafaza etmelidir. Kim ki söylediği sözün bir amel olduğunu ve onun hesabını vereceğini düşünürse, az konuşur." 
(Ruhu'l-Beyan: 4/162)

"AŞK-I SÜKÛN"
Nuriye Çeleğen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder