«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»

28 Ocak 2012 Cumartesi

..hiç düşmem ben...

Sen beni tutarsan hiç düşmem biliyor musun? Sıkı sıkıya sarsan ellerini göğsüme dolayıp, hiç düşmem ben.
...

...
Biliyorum epeydir gelmediğimden şikayet ediyorsun. Sıradaki şarkıyı seç ödeşelim. Sıradakini ve sonrakini ve daha sonrakini. Söylediğim ve dinlediğim tüm şarkıları sana vereyim ödeşelim olmaz mı?
...

...
Bak sıradaki şarkı çalıyor.

Sokaktaki sesler değil, radyodaki şarkı. Senin kısmetine hep ağır söylenen şarkılar. Senin yüzün, hüznün yüzü. Senin ellerin, hüznün elleri. Senin oynaman ağır...

Ben de kendime umut sakladım afişlerden.

Kesip cebime attım kimseye farkettirmeden.

Sıkı sıkıya sarsan ellerini göğsüme dolayıp, hiç düşmem ben biliyor musun?

Ölmem.
...

(Tarık Tufan / Bir adam girdi şehre koşarak)


24 Ocak 2012 Salı

Bana katlan. Bana tahammül et...

...
Dur hemen gitme! Konuşalım. Bana tahammül göster bir parça daha. Bana, yani senin için gecelerden cümleler toplayıp, buket buket aşk saran adama. Bana katlan.
...

...
Dur daha gitme! Bana biraz daha katlan. Bana, yani senin için vedalar biriktirip sonra odasının duvarına asan adama. Bana tahammül et.
...

...
Gitmesen! Bana katlansan. Bana, yani izlediği her filmden bir kaçış sahnesi apartıp, bir türlü kaçamayan, yakanda hareketsiz kalan adama.
...

(Tarık Tufan / Bir adam girdi şehre koşarak)

22 Ocak 2012 Pazar

Kalk Kudüs' gidelim sevgilim.

Bazı şehirleri özlemek, tek gözlü bir odaya toplaşıp, annenin yaptığı sıcak tarhana çorbasıyla ısınmayı özlemek gibidir.

O şehirlerin sokakları, annenin ellerine benzer. Ağrıdan çatlayacak gibi duran alnını okşar durur gecenin bir yarısında. Annelerin duâsı varsa, şehirlerin de duâsı vardır mırıldanıp durduğu.

Bu başağrılarım beni öldürecek biliyor musun?

Kalk Kudüs'e gidelim sevgilim. Tanrı şehrine gidelim.

Tanrı bizi gözetsin, korusun, kolasın Kudüs hatrına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça.

Tarhana çorbası içer gibi içimize çekelim, gökyüzünde yaratılıp yeryzüne indirlen bu şehrin sokaklarını. Kudüs'ün bulutlarından tespih yapıp "subhanallah" çekelim.

Peygamber sükunetine erelim şehrin sokaklarında. Tur'a çıkalım. Bağıralm boğazımızı yırtarcasına; "Rabbimiz biz de aşk ehliyiz bize de yüzünü göster!"

Tur Dağı paramparça olsun, kalbimiz paramparça olsun aşktan.

Kalk Kudüs' gidelim sevgilim.

Meryem sırtını o ağacın gövdesine yaslayıp, bir intifada doğursun. Alnında biriken terleri silelim. Ellerinden sıkıca tutalım. Rabbimiz kuruyan ağacın dallarına meyveler versin.

Yahya peygamberin yanında büyüsün çocuklar. Elleri taş tutacak yaşa gelsin. Kalpleri aşk tutacak yaşa.

Sokaklarına atalım kendimizi. Adımızı söyleyelim kontrol noktalarında. Horlanalım, ezilelim, bekleyelim saatlerce. Vazgeçmeyelim inatla.

Kalk Kudüs' gidelim sevgilim.

Çöp bidonlarının arasında dolaşalım. Bak şu küçük çocuk var ya vuracaklar onu! Hani babasının arkasında duran. Başını babasının sırtına dayayan çocuk. İşte o! Vuracaklar birazdan onu. Çöp bidonlarının arasında dolaşalım. Endişe etme çocukların kalbine değen kurşunlar sekmezler hiçbir yere.

Mescide gidelim. Yıkılacaksa üzerimize yıkılsın boşver. Sen elimi sıkı tut korkma.

Mescide gidelim. Bir bayram namazı kılalım şehirle birlikte. Zekeriya'nın yanında saf tutalım. Ve Musa'nın ve İsa'nın ve Yakup'un. Bekle birazdan Ömer de gelir buralara.

Şu beyaz sakallı adamı görüyor musun? İşte onun tekerlekli sandalyesini itelim birlikte. Bereye gitmek isterse oraya. Hayfa'dan aldığımız portakalları ikram edelim, o çok sever.

Birlikte Zeytindağı'na çıkalım şehre bakalım doya doya.

Kalk Kudüs' gidelim sevgilim.

Tanrı bizi gözetsin, korusun, kollasın Kudüs hatrına. Kalbimizin ağrısı, başımızın ağrısı, ruhumuzun ağrısı hafiflesin şehre yaklaştıkça...

(Tarık Tufan / Bir adam girdi şehre koşarak)


16 Ocak 2012 Pazartesi

Gidelim başka bir gökyüzü bulalım...

Bazıları gökyüzünden yıldız satın alıyormuş.

Bir internet sitesi aracılığıyla gökyüzünden diledikleri yıldızı alıp, diledikleri isimleri veriyorlarmış. Milyonlarcasını böyle satmışlar.

Zenginlerin, şarkıcıların, mankenlerin gökyüzünde yıldızları var.

Şimdi göğe bakma durağına gittiğimizde ne yapabileceğimizi bilmiyorum.

Ah sevgilim!
Şimdi gökyüzüne bakmak, başkalarının evini gözetlemek kadar tedirgin edici.
Gidelim başka bir gökyüzü bulalım, başka bir ay bulalım kendimize.
Bu doymazlar, bu arsızlar gökyüzümüzü çalmışlar!

(Tarık Tufan / Bir adam girdi şehre koşarak)



14 Ocak 2012 Cumartesi

Koldan kola sarılmışı n'eyleyim?

...
Kadir Mevlâm, Senden bir yâr isterim.
Minnet ile gelen yâri n`eyleyim? 
Bır sofra isterim, eller değmedik;
Eller yemiş, doyulmuşu n`eyleyim? 

Bir yayla isterim, eli göçmedik; 
Lâlesi, sümbülü, gülü geçmedik.
Bir güzel isterim, eller değmedık; 
Koldan kola sarılmışı n`eyleyim?

(Karacaoğlan)




8 Ocak 2012 Pazar

Şimdi sana dönmek var sevgili...

Şimdi sana dönmek var sevgili.
Ama artık gücüm yok;
Yalanları arkama alıp yola çıkmaya,
Yalandan kurduğum mutluluklara ,
Gerçeklerin esip savurmasına,
En sağır hâlinde bağırmaya,
Sana laf anlatmaya gücüm yok...

Mavallarla yıkıp giderken,
Kalbimdeki bu cumhuriyeti;
Issız bırakırken bu şehri
Ve ben,
Tek başıma ağlarken bunca zaman sonra,
Bana söyleyebilecek en ufak bir özrün yok.

Asılı bıraktığın,
Soru işaretlerinin ardında bırakırken izini,
Ben bitirmeye çalışırken bendeki seni,
Dudaklarına vurduğum kilitleri,
Şimdi açmaya niyetim yok...

Şimdi sana dönmek var sevgili.
Kalbimin en derin yerinde, neşter gibisin;
Adın geçtikçe hareket ediyor,
Yaralıyorsun en sağlam yerlerimi...


Nasıl da kanatıyorsun bilmeden.
İzin kalıyor geçtiğin her hücremde.
Gidişinle açtığın yaraları,
Dönüşün kapatmaya yetmiyor...
Anladım artık, sen bile merhem olamıyorsun,
Kanattığın yerlerime...

Şimdi sana dönmek var sevgili.
Aklımın en hatırlanası yerindesin aslında.
Her şey seni hatırlatıyor istemeden.
Her şeyin adı sen sanki...

Ben,
Gözbebeklerinde kendimi görmeyi özledim sevgilim
Merak ettiğim sadece şu ki;
Aklına geldiğim oldu mu hiç geceleri?
Göz kapaklarının ardında saklı mıydı sûretim?

İçin rahat uyudun mu benim yastığım ıslakken?
Sen hiç kendini, bir hiç olarak gördün mü bensizken?
Çâresiz kaldın mı benim kadar?
Sevmeden sevildin mi?

Sığındın mı bir insana; tereddütsüz inandın mı?
Sen hiç tanımadığın bir yolda,
En ıssız sokağında tek bırakıldın mı?
Bulanık sularda duru bir yüz aradın mı?

Şimdi sana dönmek var sevgili.
Ama benden geriye sana harcayacak
Ben kalmadı ki.
Onca yitirilenlerin ardından,
Parçaları kaybolmuş bir puzzle'ı
Tamamlamak kadar zor artık, bir araya gelmemiz...

Gidişinin ardından
Öyle bir yorgunluk bıraktın ki
Yıllarca uyusam geçmeyecek
Bilirim...

Bilirim sensiz doğacak güneşler,
Sensiz batacak...
Sensiz bitecek günler ve ben
Yokluğuna sığınacağım bu kez.
O bırakmayacak beni;
Senin gibi...

Şimdi sana dönmek var sevgili;
Ama siyahlığına alışmışken karanlık gecelerimin,
Tekrar güneşim olmana hazır değilim...
Kırıklarla yaşamaya alışmışken,
Tekrar tuzla buz olmaya tâkâtli değilim...


Şimdi sana dönmek var sevgili.
Ama üzgünüm;
Çünkü sana dönmek demek,
Kendime ihânet etmek demek;
Bilirim...


Ey CÂN!

Ruhumu sahte dehlizlere salan güzel / Düşündün mü ?

Sen vicdânımın feryâdı iken, sevginle yeşerdin / Bildin mi ?

Ya kıvrak, dingili kopmuş hayatın nâdîde gülüysen / Aşkı içtin mi ?

Ey CÂN!

Güneşi versem mi göğsüne; parlar mı sevdâmın akisleri / Aksettin mi?

Ey CÂN!

Sîmân yıldızlar kadar parlak benim ruhumda / Gördün mü ?

Ey CÂN!

Şimdi uzaklardasın; bitmez dediğin sevdânın ateşi söndü mü ?

Ey CÂN!

Can demişiz bir kere, yüreğinden ne kadar uzak olabilirsin ki / Duydun mu ?

Muhabbetim ruhunun tılsımlarında saklıdır / Ruhunda akladın mı ?

Ey CÂN!

Canıma yoldaştın, ruhuma adaş yüreğinde, titreyen bir serçeydin / Uçtun mu ?

İkrânın sırrında saklıyordum seni, nâzenin bir çiçek gibi / Okudun mu ?

Ey CÂN!

Canımla duyduğum, yüreğimle hissettiğim gerçekliğin gizemi / Gizlendin mi ?

Âlem-i Ervâhtan mı tutmuştu canın, canımı; ruhun, ruhumu ?

Biz bütün imânımızla Bezm-i Elest'te "Gâlu belâ" demiştik / Unuttun mu ?

Ey CÂN! Canıma Can!

Mısrâlara damlayan her gözyaşımı sevginle, inancınla, derûni bir sevdâyla / Tuttun mu?

Söyle CÂN! Tuttun mu ? ...




6 Ocak 2012 Cuma

Karanlık bir sokak arıyoruz.

Karanlık bir sokak arıyoruz kendimize. Vakit bir telaşla geçiyor. Vakit senin ellerinde geçiyor.

Karanlık, kapkaranlık bir sokak arıyoruz. Gidemeyenlerin sığınabileceği türden bir sokak. Oysa biz gitmeyi denemedik bile. Biz gitmeyi denemedik.

Kimseler görmesin diye, kimseler farkında olmasın diye, kendi karanlığımızı bile örtelim diye, başka gidecek hiçbir yerimiz yok diye bu dünyada, vakit yok diye, vicdanımız aydınlıkta körelmesin diye karanlık bir sokak arıyoruz.

Aşk dolu gözlerimiz birbirine değerse kör olur diye karanlık bir sokak arıyoruz.

Şehvetimiz ortalığı yakar diye.
Karanlık bir sokak arıyoruz şehrin en işlek yerlerinde farkında mısın?

Nasıl da çaresiz, nasıl da acıklı, nasıl da huzursuz. Diken üstünde ve suçlu.
Karanlık bir sokak arıyoruz ömrümüzce.

(BİR ADAM GİRDİ ŞEHRE KOŞARAK - Tarık Tufan)


4 Ocak 2012 Çarşamba

Güven...

...
Ve zaman gösterdi ki, 
Her şeyiyle güvenebileceğimiz sadece ALLAHÜ TEÂLÂ!
...



"Onu hiç tanımadık!"

Yârin hayâl dediklerini, biz hayâl sanmadık.

Yâr yolunda yorgunluğu, cân'a zarar saymadık.

Haber salmış o Sevgili: "Vuslât bize ar!", diye.

"Emri olur", rahat olsun; onu hiç tanımadık!

(Fatma Aygün)


Bu nasıl kulluk böyle?

Mâlik bin Dinar, o eşi bulunmaz inci, bir gün Fatihâ Sûresini okuyordu.
Sıra; İyyâke na’budu ve iyyâke nestein / Yalnız sana ibadet (kulluk) ederiz, yalnız Sen’den yardım isteriz. âyetine gelmişti.

Kalbine diken batmış gibi titredi ve hıçkıra hıçkıra ağladı.
Gözünün yaşları şebnem damlaları gibi eteklerine dökülürken dedi ki:

“Eğer bu âyet Allah’ın Kitabında bulunmasa ve okunması emrolunmamış olsa, asla onu okumazdım!”

Ondan sordular: ”Ey Hak dostlarının efendisi , neden öyle yapardınız?”
Buyurdular ki: 

"Sadece Sana kulluk ederim, dediğim hâlde yakinen biliyorum ki, hâlâ nefsimin kuluyum. 
Ancak Sen’den yardım dilerim dediğim halde hâlâ onun bunun kapısına koşuyor, teşekkür ve şikâyetlerimi herkese arz ediyorum. Bu nasıl kulluk böyle?


1 Ocak 2012 Pazar

Farkında mısın?

Farkında mısın, vakit geldi artık?

Ardı sıra giden bu yolculukta, ne sen kimseyi beklersin, ne de seni kimse bekler… Ne zamana kadar sürer bu yalnızlık bilmem ki? Sana gelecek bütün yolları kapatmışsın, kendine bile duyarsız olmuşsun, bu böyle, ne zamana kadar?
...
Ne zamana kadar âlemin hâl ve kal diliyle haykırışını duymayacaksın? Ne zamana kadar yaradılışının gayesini fark etmeden yaşayabileceksin?

Nefesindeki titreklik taa uzaklardan fark ediliyor. İçindeki ürkekliği saklasan da, bilirsin ki gözler yalan söylemez, gözlerin ele veriyor seni…

Sen kendini aldatıyorsun ama, “âlemi de aldatıyorum “ zannediyorsun. Kemâl yaşına erdiğin hâlde, bütün bunları hâlâ anlayamamışsın. Ama bak, nasıl yaşarsan öyle görürsün, haberin olsun.

Hayatın gayesini, hayatın bahşedilmesini daha doğrusu; “Nereden geldim? Nereye gidiyorum? Neciyim?” diye; kendi kendine hiç sordun mu?

Rabbinin seni âleme bir halife hükmünde gönderip, ahsen-i takvimde yaratıp, âlemlerin efendisine ümmet olma şerefine nail etmişken, niye daha başka makamlarda gözün var?

Başkalarına bu kadar el açıp, boyun eğişin, zilletin ta kendisi olduğu halde vicdanın ne kadar sükût etti ki Rabbine dönüp el açıp boyun bükmüyorsun?

Gücün, kuvvetin, kudretin ne kadar? Belki, değersiz bir kıl kadar. Buna rağmen, “âlem benimdir” deyip, âdeta küçük dağları yaratmış (hâşa) edâsıyla geziyorsun. Sen kendine mâlik bile değilken, nasıl olur da, ” âlem benimdir “ diyorsun. Aklını başına al ''her nefis ölümü tadacaktır.'' hakikati başına gelmeden önce uyan! Ve Rabbine dön.

Âlemin yaradılışına bir baksan, hata ve kusurların senden, iyiliklerin, mükemmelliklerin ondan olduğunu fark edeceksin. Bu kadar hatalarına, kusurlarına rağmen, hâlâ içinden geçen veya lisânen istediğin her şeye cevap verdiğini göreceksin. Neden gereksiz bir inat içine giriyorsun? “Ben yaparım, ben ederim” deyip kendini kandırıyorsun. Âgâh ol ve sendeki acizliği ve fakirliği fark et. Onları kendine bir kanat yap ve ubûdiyetin ne kadar güzel bir makam olduğunu, namazın hâl ve hareketindeki o âhenk içerisinde seyret.. Belki seyrederken, O Rahmanürrahim olan Allah'ın inayet ve keremiyle, ruhunun cennet bahçelerinde teneffüsünü hisseder; huzurun Hak Teâlâya boyun büküp, kemer besteyi ubûdiyet halinde olduğunu anlarsın Daha ne duruyorsun? Huzur O'nda, sevgi O'nda, merhamet O'nda, ne arzu ediyorsan, her şey onun dergâhındadır. Haydi, ezanın sesine bir kulak ver, “salâh” diyor, “felâh” diyor. “GEL” diyor, “ iste” diyor, “vereyim” diyor. Farkında mısın? Göz yaşların bedeninin can çekiştiğini haber veriyor? Ruhun, hakiki menziline doğru yol almak üzere…Canını istiyor, canı veren… Daha ne nazlanıyorsun? Vakit geldi artık…

Aklını başına al da, kendi varlığından kurtul. Hz. Mevlana’nın dediği gibi,
“varlıktan, benlikten beter bir suç yoktur.” bunu da bil.


(ASLI EŞKİ)