«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»

6 Mayıs 2009 Çarşamba


gözlerini yorumlamak istiyorum bu gece!
sadece sana çalışmak için ameleyim...
vurgun içre zaferler var...
yarınsız, acımasız, başlıksız kan zaferler!!!
sende yaşamak istesem turna katarlarını alarak yanıma,
yüce divanda muradıma ne karşılık verirler?!
ve bir sır alnından vurur gecemi...gecem kanar...
gecenin kanı kabullenmez hiçbir sözü...
söz yardan geçse de hiçtir gece kanda hükmü verince...
ve bilmek bir suçtur, en az sevmek kadar!
sulara ıraktır yakamoz...
yıldızlar korkaktır göğün eteğinde
bir can düşer ellerimden sonsuzluğa
diriyim, herkesin ölüm koktuğu zamanlarda!!!
imtihanlarla biledim kalemimi...
yazgımı kahra sürdüm...aklımı çıkmaza...
ve molasız kavgalarda haykırdım adını cümle aleme...
seni ele sürmeyi ar bildim...har bildim...
ben seni zamana nakşettim...
ve aya...
ve onbir yıldıza...
ve kaleme...
ve aşka...
ve sözler kum kokar zindan gecelerde...
ben Leyla'yı içime gizledim...garib Kays benden bihaber...
ben Leyla'sız viraneyim...divaneyim...
onyedi incisi var ömür tesbihimin...
imamede Leyla yazar...
yazgımı Leyla yazar...
yazgımda Leyla yazar...
Kays'a pay biçin...geçiversin hülyalardan
ülfetine can biçtiğim Leyla'yı bir yüz görümlüğüne bedel ölümlerle beraber
çaldım, Kays'ın zehirli dilinden...
ve benim oldu asudelik!...
boz bulanık seller gibiyim, gözlerinin kıyısında...
sana yakın olmak, ölüme varmak mı?...
söyle Leyla ben sana ne ettim de atıverdim beni çöllere?!
ne yaptım da bıraktın yüreğimi insafsız cellatlara?!
ben sana ne dedim de yemin verdin adıma?!
seni bana uzak eden gene ben miydim Leyla?!
gitmek için hangi korkunun cesaretine güvendin?!
kim sürdüyse içinden beni...yönüm sana döne!
sana geleyim şu lanetli geceyi ardımda bırakarak!...
söyle Leyla, ben senden ne aldım da bana yokluğunu verdin?
sende neyi eksilttim?...bende acılar türetiyorsun...
susma!...
bu sukut ölümü dondurur...
bu sukut bahtıma karalar çalar...
bu sukut benden beni çalar...
canı çalar...aşkı çalar...
herşeyim yiter, gider...
benden sonra gelenler senden beni isterler!
ezilirsin...
kahrolurum..!
.şimdi kim der :üzülme!
.görmezler mi şahı ve matı...
.bu kayıp keşke kaybolsaydı...

o bulunana kadar ben Leyla'ma kaçardım
.şimdi kim der ki: üzülme!
.bana verilmiş bu can üzülmek içindir...

bir can intihasını sunmak içindir kalbini pazar gezmesine çıkaranlara!!!

Sen yoksun…
Yokluğun da yok artık
Günbatımındaki sahipsiz telaşlarım
Militan hüzünler ve umarsız anlarım
Ben birtek seni bilir seni anlarım
Yüreğim seni özleyişlerimle alımlı
Anlamazsın…
Ellerinin sonbahar üşümüşlüğünü özledim.
Her bir köşede yarım kalmış hatıralar…
Anılar sessiz, martılar küsmüş deniz yok artık
Yalan sözlerden yüzüme yapışan sahipsiz ayrılık
O gözyaşlarımı pencerene yağmur etsem de,
Bana sadece özlemek kalmis ardindan…
Bak resimler bile aynı kalmıyor duvarlarda
Gözlerinin gözlerime süründüğü anlara dileniyorum.
Hiçbir cümle senle başlamamıştı oysa!
Söylediğin şarkılar vardı mavi günlerde
Yerlere düşen ayak izlerimiz
O zamanları bir daha bulamaz hayatımız.
Terennüm oldun dudaklarımda
Ömrünü yitimiş bir gölgeyiz…
Şimdi sen uzak iklimlerde
Yaşlanmış hayallerinle uyuyansın.
Sen tamamlayamadığım cümlelerin sonu
Yarım kalmış bir yaşanmışlıksın…
Böyle kalacak anılar
Gizlemeye saklamaya ömrümüz yetmeyecek.
Gözüm tutmasa da sensizliği
Gel Hoşçakal…

Her ömür kendini yaşarmış
Belki her şey doğruydu ama
Biz birbirimize yanlıştık…


ERGIN BORABEY

5 Mayıs 2009 Salı

Adı " Aşk" bu eziyetin...


Hayata Dair...


Tozlu raflara kaldırdığın kaç tane “acı”n var söylesene... Koskoca bir belgesel hazırlamak mıdır amacın? Gideceğin yerde izlettireceğin bir dizi filmin olmayacak asla... Özünü sereceksin mahşer kalabalığına... Kimse rolüne bakmayacak... Bırak acılarını yaşamayı... Direncini neden görmezden gelirsin be ey insan... Sen ki kâinatın şaheserisin...


Hayata meydan okumak nedir?
Darbe vurmak mıdır? Ya da kafa tutmak mıdır aklının ezikliğine?
Hayat vurur adamı, üstüne bindirir diz büken yükleri... Asıl mesele nedir bilir misin? Kazanmak dediğin; tekrar tekrar ayağa kalkabilmektir. Senin darbe vurma lüksün yoktur asla... Defalarca yıkılsan da ayağa kalkışınla ölçülür erdemin... Meydan okumak dediğin budur işte...


İçindeki canavarı hissetmelisin... Canavar ki; direnç meselesidir acılara karşı. Acizliğinin şeffaflığını göstermeyen bir güç var içinde keşfetmen gereken. Ah, vah... etmek değildir sana yakışan. Aynalara gülümsemek de değildir asıl gereken... Yürek meselesidir kayboluşlarda doğru yönü bulabilmek... Kavruluşundur belki de seni yücelten Allah katında...


Cehennem gibi yürek, cennetlik bir aşk lazım bu hayata... Seyre daldığın dünlerin izinden sıyrıl artık, gözün ve yüzün ileri dönük olmalı her daim. Senin ellerini bağlayacak bir güç yok yeryüzünde ve beynini ve cesaretini ve değerlerini... İnsan olarak geldiğin bu yeryüzünden gerektiği gibi, geldiğin gibi dönmeye bakacaksın. Her şeyin bittiği gün, yani uyandığın gün Rabbin karşısında çatır çatır hesap verebilmelisin... Alnın açık yüzün ak... Ufak tefek dalgalara takılıp kalırsan bu hayatta işte o zaman anlayacaksın neyin ne olduğunu... Üstüne düşeni yapmamakla suçlanacaksın. Çünkü sen bir köpek değilsin ya da başka bir hayvan... Sen insansın insan..! Bu dünya ya amaçsız bırakılan hiçbir varlık olmadığını düşün. Amacını bul ve yaşa...


Kaybetmeye ramak kala belki de her an. Yarın diye bir şey yok... ve bahane olarak hayata küsmek diye de bir şey yok..! Çünkü sen insansın ve sadece anlayabildiğin ve yaşayabildiğin kadar. Her şey senin elinde...!


Ve belki de bu yüzden
Adı “aşk” bu eziyetin..!
Ve belki de bu yüzden
Adı “aşk” sebebimin...!

12 Nisan 2009 Pazar

Üşüyorum / Sesimi ört...


bir solukta okumak istemiyorum seni, sayfalarını çevirme

uyku tutmadı, sen tut beni
en son koynunda unuttum günaydın dilimi
gözlerinde büyüdüm, yüreğim sende çocuk kaldı
hadi kalk gidelim, bizi görüp yazacaklar, az kaldı

en keyifli sabah kahvaltım ! Sen,
göğsünde yürüdüğüm balıkçı kasabası
akşamdan kalsın öpüşlerin, yalpalasın dudaklarımda
susuyorum, özlemin gelincik tarlası
susatma

gözüm tutmadı sensizliği, bir daha yollama

efkar dağıttım, herkese biraz düştü
dalgalara gözlerimle yazdım şiirimi, ıslandı ama yırtılmadı
kalbim, içli şarkılar kuşağı. İçinden geçiyor
parmaklarım karanlıkta mum gibi,
sana yazıldıkça eriyor

ateşli çingene dansım! Sen,
uzağında kaldığım deniz ülkesi
tutamayacağın sözler ver bana, ben tutarım
nefes alsın yorgunluğun dağınık yatak akşamlarında
biliyorum, gözlerin bir İstanbul hatırası
kapatma

ellerim tutmadı vedada, yaşlandım
beni kendinde bağışla

Sessizce...



Düslerimi gecenin koynuna serpiyorum...

Aglayan yüregimin sesini kimseye duyurmamak adına
/sessizce yanıyorum.../

Hayallerim solgun, kurumus yaprak misali dökülüyor umut dalından...

Ama topraga saplanmış köklerinde kurumaya niyet yok...!
...

Ne yapalım...

kalbime düsen nasip, meczup diye anılmakmış...

Ask renginde odalarını boyamakmış...

...

Ucsuz bucaksız bir yolculuga cıkıyorum...

Deli divane gönlümün semtinde geziniyorum...

Yıkık dökük harabemde özümü anlayan kac kisi barınır ki...?

Kac el dokunmustur bu zamana kadar yüregimin gizli köşelerine...?

Kac bakış delip gecmistir suretimi...?

"..."

Sus gönül sus...!
Kendi kendini yaralarsın...

Payına düsen hasreti nimet bil kendine...!

...

Issız ve siyaha boyanmıs olsa da gönül odalarım..

uzaktan los bir ışık sızar en derinlere...

Yaslarım başımı yorgun bir bilinmeze...

Yarına ne kadar kaldı...?

Yarın var mı...?!?

Yarında barınanlar derdime derman mi...?
...
Gectigim yollara kimseler ugramaz oldu...

Hadi yüregim sana en yakışanı susmak...

Sessizce yaşamak...!

"..."

Söyle ey yalnızlık...
Bu defa kimden yadigarsın bize?
Yine hangi vefasızın kahrını yüklendin de geldin...
Gözyaşı esaretini tattırmak için mi?
Her gelişinle bin bir cefa tohumunu ekerek,
Katlanır mı sandın yine bu yürek!

Ey yalnızlık...!

Bizi karanlık yüzlere dost,

Hüzne sırdaş,

Firaka yoldaş eylemeye mi geldin?
Yine apansız , zamansız,
Yine mekansız geldin...


Ahh yalnızlık...!

Varlığın hiç olmasa keşke..
.
Adınla kalsan, kendinle kalsan
Ve varlığında yok olsan...

Ey yalnızlık!
Seninleyken ızdırapla inlediğimiz naraları duymaz mısın?

Tatlı hülyalara dalıp,
Kabuslarla uyandığımızı görmez misin?

Heyhaat...


Zulmüne esir olmuşluğumuzu biliriz de,

Yine de sitemimiz sana değil;

Ruhumuzu sana râm eden merhametsizleredir bilesin...

Kervanına yoldaş eyledi ya bizleri

Azad etse de bu haletten ne çare

Söyle kapanır mı yürekte ki bu yâre...!

Varlığın zulmet ,yokluğun nur olur şu garibe...

FEZÂNUR

6 Nisan 2009 Pazartesi

Göz yaşlarım tükendi, hasret gecelerinde ağlamaktan...


Kara bulutların ardından umutlarla beraber doğan, güneş gibisin…
Sen herkes yok iken en yakınımda hissettiğim, hayat veren nefes gibisin…
Yüreğime düşen göz yaşlarımın sebebisin…
Bir fırtına misali dalgalarla boğuşurken hayat denizinde; Sen ellerimden tutup yaşama geri döndüren can gibisin..

Ey Resul! Sen; gönül diyarında sevdalıların en nadide gülüsün..

Koklamaya utanırım, dokunmaya cesaretim yok..!
Hangi halime güvenip geleyim Sana..!
Ümmetin olduğumu nasıl ispatlayayım..!
Ben garipler diyarının en gafil garibi, nasıl geleyim Sana..
Sen ki emanet ettiklerinle en güvenilir rehber…
Sen uyarıcı Peygamber.. Sana lâyık değildir ki bu sözler…
Gece yarılarında bozuk lehçemle Sen’i sorarım, Sen’i bulanlara…

Yol gösterirler sonu Sana ulaşan… Yürümeye halim yok, Sana gelecek kadar güçlü değilim…
Ey gözümün nuru Sultanım..!
Ne zaman Sen’i duysam dillerden. Önce bir gül gelir gözlerimin önüne ve hayallerimdeki Sen…!
Damarımda akan kan kadar gereklisin düşüncelerimde, ruhu çekilmiş ceset gibiyim ayaklarının önünde.
Ne olur! Bir kez! O rahmet deryası gözlerinle bakıver. Ey Nebi… Kalbim erisin…

Göz yaşlarım tükendi, hasret gecelerinde ağlamaktan..!

Mekke’deki hasret, Medine’deki vuslat..
Yüz binlerce salât ve selâm olsun Sana..
Yüreğimden kopup gelen bir sedâyla sesleniyorum Sana.

Es-selâtu vesselâmu Aleyke Ya Rasulalah….!

Ey âzâlarım


Göz, neyi görürse, akıl onun derdine düşüp onunla meşgul oluyor..

Öyleyse, ey göz, güzel bak !..

Sen güzel baktıkça, güzeli gördükçe, kainatın sayfaları açılacak bir bir önüne..
Sen bakmaman gerekenlere baktığında, yorulacak akıl ve kalp.Gayenin önünü toz kaplayacak..

Kulak, işittiği sözleri tekrarlıyor..

İşitilenlerden akla bir yol gidiyor sanki ve gereksiz her söz, o yolda ilerleyip, beyin kıvrımlarında yerini alıyor..

Öyleyse, ey kulağım, kötü şeyler işiteceğini bildiğin yerden kaç..Gıybet ve dedikoduya kapan..


Eller ve ayaklar, her gün türlü işte çalışıyor..Gidilmesi yere götürmeyip uzanıveriyor bazen ayaklar bir yerlere..

Bazen, eller, vermesi gereken yere uzanmıyor..Geri çekiliyor..

Öyleyse, ey el, “veren” ol..Ve ey ayak, en güzel yerlere taşı bu bedeni..

Kalp, neyle doluysa, ameller de o yönde oluyor..Kalbin ne kadar kısmını boş sevgiler kaplıyor?Sevgilerin esas sahibine yönelmeyince, bir yük oluyor kalp..

Ey kalp, seni Yaratan’dan çok sevebileceğin kimse var mı?…

Akıl…Güzelliklerin de, kötülüklerin de gerçekleşmesinin önceki durağı..İradeyle yönlendirilen, niyetlerle anlamlanan ameller…

İşte ey aklım, düşünmektir mesleğin.. Tefekkürdür emelin..

Hayrı ve iyiyi hayal etmekte, hayra karar vermekte, iradene hakim olmakta, yani senin işleyişinde belirleniyor her şey..Çizgiler böylece çiziliyor..

Dil, türlü tatlarla mütelezziz..Türlü kelamlarla müteellim..
Bazen, dökülen kelamın her biri ayrı bir tohum, ayrı çınarlar yetiştirecek..
Bazen, ağır bir yük olarak inecek insanların kalbine kırıcı sözler..

İşte, ey dil!… Sarf ettiğin sözleri koru…Hayra dön, şerde tutul..

İyi tad.. Fabrikanın yasakçısı hükmünü koru..

Bütün âzâlarımızın her daim şükrünü edâ edebilme duâsıyla…!

Sen varsan Yâr...


Aradığım sendin güle dönerken şafaklar, küllenirken akşamlar… Gül kızıllığında müjdeler aradım ebrulî bulutlardan hüzme hüzme süzülürken ışıklar.

Çöl benim içimde, acı benim içimde. Mecnun’un, geceler ve gündüzler boyu Leylî iniltilerini bir ney gibi dinleyen kum taneleri ayaklarımın altında ateş ateş çoğalırken, geceyi özlüyorum.
Gecelerde dolunaylar gibi doğasın diye ufkumda yâr!

Çölün sessizliğine düşerken yıldızlar, yüreğimin kuytularına serinlikler insin cennet cennet ne olur!
Bir aslan avcısının çölün hür ufuklarında geceyi yorumlayıp da,
“Ebedi ve ezeli Sevgilinin dört duvar arasına sıkıştırılamayacağını anladım.” deyişi gibi ben de gönül semalarımda yıldız yıldız beliren mühürlerine bakıp seni yaşamak istiyorum içimde ey sevgili!

Benim için her gül yaprağında sen, her yağmurda sen, her rüzgârda sen…

Varlığım seninle…
Zamana senin adınla mühür vuruyorum.
O mühürler ki, zamanın sonsuza uzandığı yerde ancak yine senin adınla açılır,
yine senin adınla okunur.
Gönlümün gaflet çölünde perişan düştüğü demlerde hasretimi affıma ferman say da ne olur ötelerin tütsüsüyle yeni mühürler vur yüreğime.
Zaman ırmağının donduğu ötelerde de açılacak sonsuza uzanan yeni mühürler.
Yüreğim seninle mühürlensin.

Adım, adınla bilinsin yâr!
Adımlarım ne yana dönse sana olsun.
Ki, sen her yanımdasın.
Biliyorum şah damarımda akan kan, daha yakın değil bana senden.

Yakınlığın gül tadında yanmaksa eğer uğruna,
ne olur beni de yak yaprak yaprak aşkınla.
Bin kerre bozduğum tövbelerden sonra yeni baştan yazılsın gecenin en mahrem saatlerinde aşk kitabım.

Kitaplar kitabından nasibime ilkin nasıl adın düşmüşse, yine öyle adınla başlasın satırlar.
Nice gönlü bin parçaya bölen Züleyha bakışlı güzellerin aşk sayfaları rafa kaldırılsın Yusuf kanatlarıyla.
Titreyen dudaklarımdaki son mühür, son isim, son çağrı son tat adın olsun…

Bunu affıma ferman bilirim.
Sen varsan yâr, her şey bana yâr!

Vücut zindanında sana müştak gönlüm nice baharlar yaşar adınla
yağmur yağmur, demet demet.

Mısır’a sultan olmak değil mi ki ışığa hasret köhne zindanlardan geçiyor,
beni de nefsin zindanında esarete mahkûm bir Yusuf say da,
arındır ve sonra da kavuştur özgürlüğüme yâr!

Bilirsin, özgürlüğüm, sana tutsaklığımdır.

Arzuların kör kuyusuna benim de atılmışlığım vardır.
Ne olur beni de Yusuf’lardan say, yolla ümit kervanlarını, sal rahmet kovanı.
Ufkum senin rahmetinle şenlensin. Göz sahillerimde dalgalar senin adınla coşsun.

Tesellim; hasretimdir, gözyaşımdır, umudumdur…

Bulut bulut dolan yüreğimden sana akıtıyorum gözyaşlarımı yâr!
Önce adın, sonra adımlarım…
Ben bir gelirken sen iki gelensin.
Benim için bana benden daha çok yönelensin.
Çağları aşan çağrılarınla günü beş parçaya bölerken,
Ne olur her parça benim için bir altın dilim olsun secde secde sana yönelişlerimle..

Bir Et Parçasının Temayülleri


Kalp:

Göğsün en korunmuş kutsanmış yerinde uğuldayan çığlık.
Hayatın sınırlarından tutunduğumuz kulpu.
Kadim zamanlarda yerleştirilmiş uydu. Lacivert gecelerin saklandığı kuytu. Aydınlığı doğuran coşku.
Benzeri asrısaadetli hatıralarda bulunabilecek vurgu…

Eski bir yıldız, ışığı asırları aydınlatacak.
Söndüğünde şehrin ya da şiirin birer beyti kararacak.
Hezimeti hizmete çeviren bu et parçası taşlaşmadan
haşlanmalı imanın güneşiyle doğan sabahlarda…

Yürek:

Cesaret ülkesinin efendisi. Aslan kaplan ya da başka huyların vücuttaki abidesi. En korkunç zamanların kaçmak bilmeyen külkedisi.
Ayakkabılarını unuttuğu yerde durur,
Yakup’un Yusuf’un gömleğine yüzünü sürdüğü andaki hissi.
Bedir’de Uhud’da Hendek’de hayat bulur Muhammedi ifadesi.

Gönül:

Kapı. Maddiyatın maneviyata açıldığı kapı. Cismin isimlerle hitabı.
Aklın dili, ruhun kitabı.

Dünyanın minaresi Ahiretin mihrabı. İmanın,
aşkın her türlü hissiyatın ikamet yeri bu yapı.

Cahiliyeden üsvei haseneleri çıkaracak kadar fedakar,
aydınlığa perde çekecek kadar hilekar.

Gönlün ehilleri sırlıdır. Nebilerin ziyası onların halinden kalinden yansıtılır.

21 Mart 2009 Cumartesi

Her şeye rağmen şanslı biriyim ben!


Her şeye rağmen, şanslı biriyim ben!
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne….
Hiç ağlamadığımdan değil; çok akıttım gözyaşımı içime…
Hiç kaybetmediğimden değil birini…
Çok yandım ciğerimden; baktığım her yere, sevdiklerimin yüzünü kazıdı hasret…
Yıldızlarla doluydu gökyüzüm; kapkara bir boşluk bıraktılar kayanlar… Bir daha asla dolduramadım.
Gidene soramadığımdan, kalanın ıstırabı daha çok sandım.
Hiç ihanete uğramadığımdan da değil; yarası her zaman taze,
birkaç hançerle dolaştım durdum sırtımda;
hem öfkelendim, hem anlamsız geldi kızmak.
Herkesten farklı değildi başımdan gelip geçenler….
Herkes kadar ağladım, herkes kadar yandım.
Acısız olmuyordu ki hayat!
Ağlamaktaydı bereket, yağmurda ıslanmadan yeşermiyordu ki toprak!
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne…
Mutlu bir çocuktum ben!
Kalabalık bir ailenin sevgisiyle büyümüştüm. Bir sürü arkadaş, bir sürü oyun; kuyruğuna tutunmuştum kırmızı bir uçurtmanın…
Hayat hep veriyordu, alacağı günleri hiç düşünmemiştim.
Sancılıydı ilk gençlik!
Şimdiki hüzünlerimle, o zamanları karşılaştırdığımda, çocukluk deyip geçiyorum.
Ah, nerdesiniz 17′lik dertlerim!
On yedimde başlamıştı hayatla kavgam.
Artık sadece, tartışıyoruz.
Acıya alıştığımı söyleyemem hala; hele, nasır tuttuğunu kalbimin…
Unutmayı becerdiğimi de söyleyemem; asla unutamadım, kusurluydu hafızam;
almayı biliyordu da silmeyi, asla! İyi ki hatırlıyorum!
Yaşamımdan çıkanlara kızmıyorum; öğrettikleri her şey için minnettarım.
Bir zamanlar, doyasıya güldüğümüz içindi uğurlarken akıttığım göz yaşlarım…
Paylaştıklarımız kadar değerliydiler. Paylaşamayacaklarımızın adıydı hasret!
İhanete de alışamadım elbette; ama, edenlere de eyvallah!
Kir tutsa da kin tutmaz yüreğimiz. Az şey sayılmaz, utanmayı bilmeyenden öğrendiğim; sırf bu nedenle bile affedebilirim.
Bakmayın, yazılarıma sinmiş hüzne….
Şanslı biriyim ben!
Mükemmel bir anne-baba; harika kardeşlerimle; hem büyük, hem mutludur ailem!
Eski-yeni fark etmez; hem köklü, hem sınanmıştır dostluklarım!
Kolay yere gelmez sırtım; ne yaparsa yapsın, kolay vazgeçmem hayattan!
Kokladığım gülleri, teker teker solduracak biliyorum. Asla hazır olamayacağım acıya; ama, çekmeyi de öğrendim artık.
Bütün duyularım açık, elimde suyum, yüreğimde umut, güllerimin yanındayım.
Az şey midir, biteceğini bildiğin bir hayatı son nefese kadar paylaşmaya hazır olmak.
Ve baş kaldırmak ölüme, sonsuza kadar, sevip hatırlayarak…
Zaman bir değirmen; keder girer, hüzün çıkar kapıdan…
Ben de toy girip, olgun çıktım içinden….
Bakmayın dertlenip içlenmeme; yağmur yağar, toprak kokarım; güneş açar, çiçek kokarım!
Avuçlarımdan umuda uçan kelebek…
Sadece, Güneşli günlerde kalem oynatmaz yürek!

5 Mart 2009 Perşembe

Nasıl olur da Sana secde etmez bir insan...


Kaç trilyon hücreden, yaratırsın bedeni,
Her bedene yüklersin, bir varoluş nedeni.
Evrendeki her zerre, tesbih ederken seni,
Baş eğerken emrine, bu kâinat , bu mîzan;
Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.
Ömür yetmez, verdiğin bir nefesin şükrüne,
Ne mümkün bedel biçmek, yaşattığın bir güne.
Cennetleri vâdettin, hem de Kur'ân üstüne.
Haykırırken tabutlar, musallada an be an;
Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.
Mûcizeler verirsin; kulak duyar, göz görür,
Kalp atar, dil konuşur, el tutar, ayak yürür.
Mal, mülk, evlât verirsin; hepsi de yüz güldürür,
Sağnak sağnak yağarken, bunca rahmet ve ihsan;
Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.
Fırtınalı denizden, kurtarırsın kulunu,
Bir şans daha verirsin, ve açarsın yolunu,
Lâkin; Sana eş koşar, cübbesini, çulunu,
Bu büyük nankörlüğü, reddederken o vicdan,
Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.
İçki, zina ve kumar, birer şeytan oltası,
Dünyaya hükmediyor, cehâletin sultası,
Din, cahilin elinde, oldu zulüm baltası,
Peygamber ahlâkını, emrederken o Kur'ân,
Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.
Şeytan ki; unutturur, o mahşer dehşetini,
Gıybet ile yedirir, ölmüş kardeş etini.
Cehenneme yol eder, bu dünya servetini;
Davul zurna çalarak, gelirken bunca hüsran;
Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.
Çok şükür ! Rahmetinin, farkındayım nicedir,
Sensiz geçen saniye, sabahsız bir gecedir.
Bilirim.. Senin affın, azâbından yücedir;
Yetmiyor kudretine, hiçbir söz, hiçbir lisan;
Nasıl olur da Sana, secde etmez bir insan !.

Cengiz Numanoğlu

4 Mart 2009 Çarşamba

Artık İnsanlara Güvenmiyorum...

Tanımazdım insanları,
bilmezdim yaşamayı,
dolaşırdım yeryüzünde,
duygusuz, gamsız.
Gözlerim anlamsız bakardı dünyaya,
göremezdim güzellikleri.

Bir gün,
dolaşırken yine pervasız,
takıldı kaldı gözlerim,
dalmışım…
Bu ne güzellikti tanrım.
Bir gül bahçesiydi karşımda duran,
rengarenk.
Ve bülbüller,
muhabbetin doruğunda
gülün dalında.



İşte o an anladım herşeyi.
İlk gördüğüm güzele vuruldum.
Can dedim, dost dedim, sevgiden bahsettim.
Anlatabilmiştim derdimi,
şükürler olsun.
Yakalamıştım mutluluğu,
tutuyordum avucumda,
sımsıkı, kaçmasın diye.

Her şey ne güzeldi,
Güneş daha parlak,
yeşil daha yeşil,
mavi deniz, mavi gök
bir başka maviydi.

Yağmur çiselemeye başladı tatlı, tatlı
birden sağanak halini aldı,
aldırmadım.
Islanmıyordum çünkü.
Umurumdamı ki, yağsın.
Ama;
Avuçlarım sırılsıklamdı,
şaşırdım.
Açtım ellerimi, bakakaldım.
Erimişti mutluluk, bir anda.

Şimdi,
yine yeryüzündeyim,
yine duygusuz, yine gamsız
eskisi gibi.
Tek fark var;
İnsanları tanıyorum artık.
Ama GÜVENMİYORUM

2 Mart 2009 Pazartesi

KALP ve DİL


Dilini bir binek bil.
Seni gül bahçelerine de götürebilir;
Balçık deryalarına da sürükleyebilir.
Kalbini kirli, paslı ya da parlak bir ayna bil.
Bütün güzelliklere karşı kör de kalabilir;
Güneşle parlayan, güneşi yansıtan bir talihe sahip de olabilir
...

1 Mart 2009 Pazar

Bir parça mutluluk alabilir miyim?

gönül, belki biraz buğulu…

lokmalar mı acı? bilemem…

hepsi düğüm düğüm boğazıma dizili.. zindanlara mühürler vurmuş aşk, tüm kapılar kapalı…

girip de uzanmak istediğim hangi yürek varsa, hepsi yaralı...
kimisi mazisine küskün, kimi de içten içe acılı…


bir güvercini tuttum, niyetim sevmekti!
gözümü karartan belki beyazlığı..
Affet beni narin yüreklim!

bu bencilliğim, gönlümün sevdaya açlığı...
ellerimin titrediğini farkettim, bir de gözlerimdeki yaşları...

çok değil!!!

bir parça mutluluk isteyecektim...

belki de şanslı değilim, ya da tamamen bahtımın karalığı...
çareler tükendiğinde aradım...
yoktu bir kapı aralığı...

eğer bir demden sığabilseydi yüreğim, belki de olmayacaktı bu kadar ağrılı…
iniltilerle fısıldayan, sessiz nidalarımın bu çığlığı..

benim kulaklarım dayanamazken, nedir senin bu yüreğinin sağırlığı?
ağlamaya özenmek neymiş? sanki saplamak tene bıçağı…

özlem işte o!
işte o, tenin cektiği acı…

ellerim tirek, ama gönlüm aç, gözüm karalı...
çok değil, yeterdi bana bir parça da olsa mutluluğun kırıntıları….

karamsar diye nitelendirdiler, kimi de akıl kıtlığı... hiçbiri yürekli değildi, demek için ölüm hastalığı…

ölüm karanlık belki…

belki de insanı çeken bu karanlığı…

ya da kalabalık içinde yalnızlıktan bıkanlara, özletittiğinden gerçek yalnızlığı…

çok üşüdüğümü hissettim…

evet! evet çok üşüdüm…
Çok değil be tipi yüreklim! çok değil... senden istediğim, damla kadar vefaydı…
çok özlemişti belli ki yüreğim mutluluğu…

belki de bu günlerde gülmek için bir nedenin yokluğu…

Şimdi;
bir parça mutluluk alabilir miyim…?
yanlış anlamayın…
pahası neyse öderim canımda olsa karşılığı…


Selam ve Dua ile…

Her vesile O’na (c.c.) yol bulur.

“Hayatı öğrenmenin iki yolu vardır. Uzun olanı kitaplardan, kısa olanı aşktan geçer.”

HAYAT İNSANI HALDEN hale çevirir, bir gününüz bir diğer gününüzle asla bir olmaz. Ancak kimi zaman insan bu hakikatten gaflet eder de, tesbih taneleri gibi birbirinin eşi benzeri günler yaşıyorum sanır. Yoksa gökte ay nasıl her gün değişirse, insan da her gün hayatının başka bir sayfasını okur. Her günün dersi ayrı, ibreti ayrı, nimeti ayrı, külfeti ayrıdır. Allah günleri çevirir.

Aşk çok keskin bir tat bırakır insanın ağzında. Su içseniz, ekmek yeseniz, konuşsanız, sussanız geçmeyen bir acı tattır aşkın tadı. Ancak bu acı iştahı arttırır olsa gerek ki, insan yedikçe doymadığı lezzetler gibi aşktan lezzet alır. Aşk canınızdan bezdirir, aşk canınızı alır, yine de onu seversiniz, çünkü sizi Yüce maksudunuza ulaştırır. Aşk keskin acıyı, bayıltan bir tatlıyla karıştırmış bir sihirli macun, ızdırap verdikçe yetkinleştiren bir nimettir.

Bazen aşk bahçelerinde seyran eder insan, meyvelerine dokunur, koparır ve yer, bazen meyveleri sadece seyreder. Zira başkasının bahçesindedir onlar, izinsiz yenemezler. İzinsiz meyve koparmanın acısını ta içimizde, ceddimizde, genlerimizde biliriz. Atamız Adem’i bize verdiği bu ders için rahmetle yad ederiz. Hasretle iç çekerek seyrederiz hayatın memnu meyvelerini, tükenen güzelliklerini, batan güneşlerini. Dünya memnu meyvenin ta kendisidir. Hem verilmiş hem alınmıştır. Her önümüzdedir, hem yasaklanmıştır. O sadece gerçek Sevgiliyi anlatmak için kurulmuş bir film platosudur. Filmi perdeden izler ama perdeye dokunmazsınız. Mecazi aşklar da böyledir. Kavuşursanız son bulur, ayrı kalırsanız ebedi olurlar.

Bazen bir zindan olur aşk insanın bağrında, sizi yukarıda bir delikten içeri bırakır, karanlık bir dehlizde tutar, güneşi sizden kıskanır, en hayat dolu olduğunuz evrede sizi iç dünyanıza diri diri gömer. Taş kırdırır, duvar ördürür, iş yaptırır, Aynı yerde tekrar tekrar volta attırır. Bu tutukluluk hali sevdiğiniz sizi azad edinceye dek sürer. Azatname daima maşukun belinde durur. Maşuk uzaklardadır. Maşuk her gün bir iş başındadır. Maşuk sizi kalbinden bir kementle bağlamıştır, nereye giderse hayalinizi de beraber sürükler. Ta ki siz o, o siz olun da ipin çekilişindeki sızı bitiversin ister. Kölelik o vakit gönüllü olur, köle o zaman kul olur. Aşk insanı abd kılar. Tüm meyillerinize sevgilinin arzusunu takar. Tüm yönelişlerinizi O yönlendirir. Atarsanız O atar, bakarsanız Onun basiretidir size eşyanın hakikatini gösteren. İşittiğiniz her ses ona söylenmiş kasidelerdir. Bildiğiniz her şey onun öğrettikleridir. Yüzünüzdeki her çizgi onun çiziktirdikleridir. Ağzınızdan dökülen her isim Onun ismidir.

Ayrılık ölümden daha acıdır. Sevgilinizden bedenen ayrı, mekanen ayrı, zihnen ayrı olursunuz. Ayrılık tevhid etmek isteyen kalbe çok ağır gelir. Hiçbir şey size onun rızası hakkında bir delil getirmez. Hiçbir şey onun hoşnutluğundan haber vermez. Kalbiniz umutla doludur. Ancak kalbinizi ısıtacak bir ses yoktur. Zan üzere beklersiniz, kapıda diz çökersiniz. Zan ki asla bilginin yerini tutmaz. Siz sevildiğinizi emniyetle bilmek istersiniz. Bu senet size verilmez. Reddedilseniz de gidecek başka yer olmadığının derin sarsıntısı ile secde edersiniz. Beden kafesiniz, gözler körlüğünüz, akıl pranganız olur. Görmek istediğinizi göstermedikten sonra gözü neyleyesiniz? Ayaklarınızla yerde, kalbinizle gökte olmaktır aşk. Kanatlarınız olmadığı için çekilen bir “ah”tır. Amansız bir bekleyiştir.

Her vesile O’na yol bulur. Her cümle Ona işaret eder. Her nesne Onu gösterir. Her bahane Ona yöneltir. Göz başkasını görmez, kalp başkasına yönelmez. Zira Ondan başka bakılmaya değer bir şey bulamazsınız. Yıldızlar Onun gözleridir. Çiçekler Onun kokusu. Huzur Onun göğsüne yaslanmaktan ibarettir. Zikir Onu aklından bir an dahi çıkaramamaktır. Her anın mektubu Ondan bir şey söyler. Her haliniz Onu anlatır. O sizinle konuşmazsa, helak olursunuz. Peçe kalkmaz Cemal görünmezse kahrolursunuz. Bazen O güzel cemalinden bir cilve gönderir de sizi sarhoş eder. Umudunuzu tazeler. Tebessümü ile sizi helaketten naim cennetlerine çıkarır. Cennet Sevgilinin yüzünüze bakmasıdır. O bir bakışı ile sizi sonsuzlaştırır. O bir bakışı ile seve seve yok olduğunuz Zat’tır. Aşıkın yokluğu sonsuzluğunun mukaddimesidir.

“Ayrılığı bulsaydık ona kendi acısını tattırırdık” der ya İbn Arabi. Hakikaten bu zehir can alır, sevgili canınızı ister sizden, can bedeli olarak size muhabbetini bahşeder. Hayatınızdan hiçbir şeyi Ondan esirgeyemezsiniz. Onu küstüremezsiniz. Ayrı kalmakla insan kemal bulur. Ayrılıkla müştak olduğunun hakikatine vakıf olur. Vuslat, ayrılıkla mana bulur. İnsan kavuşabilsin diye şu ruhu sıkıştıran arza terk edilmiştir. Kavuşmak da ancak terk ile mümkündür. Hayat insana tam kavuşacağım derken engel çıkaran, önüne taş koyan bir muammadır. Duvarın önünde kalakalırsınız, her imkansızlık aslında Ona sevginizi ispat için bir imkandır. O tam bir acz içinde olanlara gülümser. Onu kucaklayamayacağınızı idrak ettiğiniz ve gözyaşlarınızı tükettiğiniz an kucaklandığınız andır.

“Yusuf’um gelse Kenan bulunmaz” diyen şair ne güzel söylemiş. Yusuf’a kavuşmak Kenan diyarında değildir. Yusuf cennet misal Mısır’a gittikten sonra bir daha Kenan’a dönmez. Yusuf Kenan çöllerine yakışmaz. İnsan dünya çölünde vuslatı bulamaz. Yusuf’a kavuşmak Mısır’a gitmekle olur. Sevgiliye kavuşmak için dergahına gidilir. Aşık sevgilisini ayağına çağırmaya, kendi dar dünyasına hapsetmeye, zindanına sokmaya ar eder. Sevgili edepsizin yüzüne bakmaz. Zira edepsiz adamdan aşık olmaz. Züleyha’ların biricik engeli edepsizlikleridir. Yusuf’a “Gel” denilmez. Yusuf’un ayağına gidilir. Zira o cemalin azam tecellisidir. Yakup’ların biricik sığınağı ise sabırları ve edepleridir. Yusuf’a kavuşmak ancak Yakub gibi gözleri kapanana dek ağlasa da umudu korumakladır. Cemalin Celalle birlikte tecelli ettiğini bilmekle, gözyaşlarını çorak toprağına salmakla çöl katlanılır bir yer olur.

Sevgilinin hakikatine varanlar onun toprak koktuğunu bilirler. Faniliğini, gidişini, ayrılışını, gurubunu daha yanlarında iken hisseder hüzünlenirler. Toprak candır. Toprak nefsin ve cesedin kuruduğu mekandır. Toprak gerçek hayata açılan bir menfezdir. Toprak isimlerin fışkırdığı mekandır. Toprak aşıkların her yerlerine bulamadan geçemeyecekleri biricik gerçektir. Ebu Turab (toprak babası) Ali’nin sıfatıdır. Nasıl ki cemal-i Mustafa’ya Ali kapısından vasıl olunur, cemal-i ilahiye de toprak kapısından dahil olunur. Toprak Esma-ül Hüsnanın giriş kapısıdır. Bunun için toprak da, topraktan olan da, toprakta olan da güzeldir. Bu yüzden ölenlere “ölmüş” demeyiz, “alem-i cemale gitmiş” deriz. Toprak insanın fazlaca ayrı kalmaya dayanamadığı başlangıç noktasıdır. Aşkını gömenlerin gelip gelip konuştukları yarleridir toprak. Abidlerin alınlarındaki secde izidir toprak. Efendimizin(sav) bizi tanıması alametidir yüzümüzdeki toprak. Aşkın ateşi toprağa gömülmeden nura dönmez. Hiç kimse toprakla barışmadan sevgilisine kavuşamaz.

Kalbi olan kalpten ölür. Kalbi olanlar ölmeden ölürler zaten. Ayrılıktır kalbin sızısı. Her tecellide bir daha dirilir, her gurubda bir daha ölür aşık. Şehid gibi doymaz yari için yeniden yeniye ölmeye. Sahib-ül kalb sevgilisini kalbine gömer, başında bir ömür mezar taşı olup bekler. Alnında yazılı olan sevgilisinin adıdır. Onun kendine mahsus bir adı yoktur artık. Leyla peşinde ömür tüketenlerin adına Mecnun derler. Kimse Kays’ı hatırlamaz. Kays verilirse ancak Leyla alınabilir. Kalp topraktandır, akıl sudan, nefis ateşten. Kalbine aşkının ateşini tastamam gömebilenler “Aşıklar ölmez” sırrına vakıf olurlar. Aşk çekirdek dahi olsa sahibini kurtarır. Rabbi onu rahmetle sular, mağfiretle yıkar, cemali ile süsler, sevgisi ile kucaklar, büyütür. Kökü derinlerde, dalları semada intişar eden bir ağaç yapar. Sevgili kalpte kök salınca uzak-yakın bilinmez olur. Ben kalmaz O olur. Nefis çürür, cennet yeşerir. Cennetim beyaz çiçekleri güneşe dönük bir badem ağacıdır. Arzum sevgilinin vechine bakmaktır. Aşık için yüzünü nereye çevirse Sevgilinin vechi oradadır. Gerçekten değerli olan her şey acı ile pişerek elde edilir. Nur nardan, cemal celalden daha ziyade yakar. Ölümle tezkiye edilmiş bir aşk gözleri kör eden bir nurdur. Sadece insan bile bile pervane gibi yanmaya ve aşka talip olur.

Aşıklara selâm olsun…

Eyvallah Sevgili,eyvallah...

Hiçbir filiz kendi gölgesinden öte bir yerde ölümü tatmamıştır..” Ey gözlerime bahşedilmiş mucize,
Ey yüreğime hediye edilmiş Cennet kokusu,

Ey nefesime serpiştirilmiş bir yudum taze hayat,

Kan ter içinde susuz dudaklarıyla ve semâya dönen dualarıyla “ bir avuç deryâ’yı “ dileyen bir Haziran Cumartesi vaktinden düşüyorum sen kokan bu satırları..

Vaveylâ eden bir öğle saatinde bulunduğun yerin deli rüzgarlarında düşlüyorum seni..Deli esen rüzgara inat başını eğmeyen gözlerine baka baka seni sevdiğimi haykırıyorum dua dua….

Kulağımda yankılan Cennet şarkılarıyla yeniden huzuru doldururken seni çekiyorum içime.. Toprak kokan benliğimle deniz kokan türkülerin söylendiği yüreğine akıyorum.. Sen mavi bir deryâ, ben sana kavuşmayı arzulayan - ruhi haliyle- Leylâ.. Sana gelen yollarıma sunulmuş tüm engelleri teker teker aşarak sana koşuyorum. Yüreğimde toprak kokusu, yüreğimde sana bir an evvel kavuşma çoşkusu..Hadi sevgili Kapılarını, perdelerini sonuna kadar arala.. Mevcudiyetinin ve geleceğinin tek idamesi / gayesi koca yürekli “ umut “ sayfalarına bir “ Elif “ miktarı “gül”ümseme olmaya geliyorum..

Heybemde yetiştirirken her nefesine bir “ Elif “ miktarı huzuru kattığım birkaç sevda gülü ve nefesimde Cennet tahayyülü ile sana koşmaktayım..Yıllarca sana sakladığım yüreğimi benden emin olana “ sana “ katmaya geliyorum..

Yollarım sana, menzilim sana..Kan ter içinde kalan Haziran ayının aksine ben “ senin gözlerinde “ yaşlanmayı diliyorum.Senin mevcudiyetine idrakim tamamdır artık.. Gayri benliğim senin varlığında sonlansın sevgilim…Çünkü biz bir mucizenin gerçeğe en yakın halinde sevdik birbirimizi..

Biz ki; dallarında bir “ Elif “ miktarı huzur, köklerindeki taze umutları taşıyan gül-i râna’nın sevdaya sunulan bir avuç mutluluğuyuz..

Tedavülü çoktan kalkmış bir ömrün peyderpey yeniden yaşatılması değil bizim sevdamız. Bitkisel hayatta yaşayan bir bedene yeniden ömür biçmek degil yaşadıklarımız.. Ayrı gökyüzüne aynı gözle bakan bir sevdanın en yalın haliyiz.. Tümceleri sevda ile nakış edilmiş cümlenin içinde yüreği Cennet kokan bir özneyle ile bir yüklemiz.. Biz ki toprağın suya hasret kaldığı zaman diliminde gökten düşen - bir “ Elif “ miktarı “gül”ümse’yiz.. Şimdi sevme zamanı.. Şimdi kavuşma zamanı..Gökten inen nurun toprakla kavuşmasında temaşa edilen mucizenin kelimelere dökülen haliyiz biz..

Sen ve ben bir’iz..

Sen ve ben hep biziz..

Biz ki ;bir “ Elif “ miktarı huzuruz yetim ceylanlara hediye edilen.. Biz ki; taze gülüz nadasa bırakılmış topraklarda yeniden yeşeren.. Ve biz ki, birbirimizin kaderine yazılmış bir ömürlük sevdayız yıllarca kıyıda köşede delice beklenilen…

Nefesindeki hayatla soluklandığım saklı sevdam,

Sevda mucizesinin yeniden tezahür ettiği gözlerine yaşat beni.. Sonra da yeşil Cennetindeki gonca güllerinle sar beni…Hadi sevgili durma öyle.. Mavi bilyelerin cam soğukluğunda üşüyen yüreğimi sıcak şefkatinle kundakla. Üzerinde ütüsüz gömleği bir de yamalı pantolonu ile sana koşan bu adamı ilkokul cağındaki örgülü saçlarıyla siyah- beyaz fotoğraflara bile renk katan yaşı küçük ama yüreği büyük o kahve gözlü kızın yüreğine al..Gözlerinde her gün tekrarlanan bayram sabahlarının güzelliğine kat beni.. Baktığın her gökyüzünde benim gülen yüzümü görebilecek kadar benimse beni..Bir an tıkanan hayatın içinde anlamını idrak edemediğimiz ama onsuz mevcudiyetimizi idame ettiremediğimiz nefesinle sev beni.. İçine çek beni.. Taaa ciğerlerine doldur beni. Uzaklığımı unut, nefesime sokul.. Şah damarlarımdan bir an bile ayrılma sevgili.. Yoğunluktan bitap düşen yüreğimi nefesinle tazelendir.. Hadi el gibi sevgili durma yanımda . Ne olursa olsun yaşat beni yaşadığın sevdanın en yalın zamanında.. Kapı zile basan kişinin aşikâr olmasına inat sen hep benden başka her şeyi unutacak kadar sev beni..

Hadi sevgili.. Bu Cumartesi bana memleketinden güneşler topla heybene..Biraz da deli esen rüzgardan doldur eteklerine..Bana gelirken toz toprak koksun yüreğin… Ellerin ise huzur… Şimdi seni bekliyorum aynı gökyüzünün altında. Sana kanatlanmak üzereyim.. Hicretim sana.. Yollarım sana… Menzilim sanadır..

Unutmadan sevgili.. Gözlerimi kapattım.. Hani her zaman sana dediğim gibi” bir gün gözlerine bir şey olur da bir göz gerekirse karanlıklarına.. İşte bak yine gözlerimi sana verdim.. Kapattım ışıklarımı.. Annemin tülbentiyle perdeledim güneşi.. Sağım- solum karanlık mı sanıyorsun şimdi.. Tut ellerimi şimdi.. Gözlerin ışığım, adımların adımlarım olsun…Hadi gözlerimi kapattım ve kulağımda Cennet şarkılarıyla çoşarken kulağına fısıldıyorum sevgili…

“ Senden başka her şeyi unutacak kadar seviyorum seni …”
…………

Hep bir “ Elif “ miktarı “gül”ümse ne olur…

Çünkü; gülmek sana yakışıyor…..

Gülümse ne olur…

Gülümsediğin,

Bende yaşadığın,

Beni “ sende “ yaşattığın için

“ Eyvallah sevgili, eyvallah…”

Küçük İskender...

nehirlere karışan zehirli atıklar gibi
ağır ağır akarak kanıma karışmakta
yokluğun!

hiç sormadım, neydi başka elbiseler içinde bulduğun
aynı askıyla dolaba kaldırılan iki güzel yelektik biz
güveye benzer bir şey oldu suskunluğun!.. anladım ki:
aşk naftalinlenmiyormuş meğer, eğer kanıtlanmıyorsa suçun!

Dilim Söze Bulandı, Yuttum Kelimelerimi

Bi bıraksalar dilimi
Bi çözsem heceleri kelimelerin zincirlerinden
Konuşabilsem
Sonra varsın doluşsunlar ağzıma
Kelimeler
Sesim çıksın da tek
Tıkasın boğazımı gürültüler

Sukutun anlatacağı her şeyi
Anlattım bunca zaman
Dillerim yoruldu susmaktan
Belleğim ter içinde, aranmaktan
Nerde vaktiyle ulu orta savurduğum
çığırtkan cümleler

Her şey susup
Ben de susup
beni anlatırken
Duyanlar dilsiz oldu
Duymayanlar sağır şimdi

Tanrım!
Bir hayat kıpırtısı duydum galiba
Dilimin ucunda durmuş
Kıpırdanıyor işte hayat
Duydum!
Demek yaşıyormuşum…

Ben beni benden elemiştim en son ama
Yerime söz eklemişim bolca,
Bilmeden…

Benim ademim ben’im
Sesim hiçlik bağırıyor…

Büşra Kurt

...

Gözlerin için yazılmış masaldır ömrüm
Kaldır gözlerindeki demir perdeyi açıl susam açılsın
Haramilerden arta kalan hazineler gibi gözlerin
Üç intihar sözü;üç adam sevdim, üç kez ağradı gözüm
Yanmak birazda benim hakkım
üç gün üç gece şölenler düğünler gördüm
Görmedim gözlerin kadar güzel bir bahçe
Ağzım yok aşka adanmış sözlerden başka
Açılsın duvardakiler, sandıktakiler
Açılsın En'am cüzleri
Tevrat, incil açmak mı niyetin?
Ziyanı yok kuranla onlar da açılsın
Aşktan ve gözlerinden başkası değil okuduğum nasılsa
Kendi Peygamberini rahminde saklayan çöl
Yusufa gebe hacer ve yusufa kendi yürek zindanından söylesin ne söyleyecekse(a.s)
Züleyhanın ömrün de
Yırtılan gömleğin, gözlerin hikayesi züleyhanın miladı
Değilse nedir de sonu aşkla bitmektedir...
Gözler de başlar aşkla bitermiş tüm aşk hikayeleri
Yakubun gözlerini açan(a.s)
Göz değmiş gömlekten başkası değildir
İşte böyle sevgili...
Kaldır gözlerinde ki demir perdeyi,usulca ,hoyratça...
Gürültüyle yada nasıl istersen öyle gel masalıma
Ne çok yasin,ne çok inşirah,ne çok çarmıhta isa(a.s)
Ne çok üstü çizik kahkaha birikmiş kumbaram da
Kulağım da unutamadığım kıraatlar hatrına
Duyarmısın ateşe akan gözyaşlarının çızırtısını
Yüz görümlüğü olarak sunsan da gözlerini
Dudağından çıkan tek bir duayı
İstemem değişmeyi tüm duygularım toplamına
Kalbimin masalın da kahraman bir edayla savruluşlarının
Arkasın da kalan suskun bir tül ben olsaydım
Yakmazdı belki hasret
Anla kalbim kahraman bir aşkı olmalı insanın
Kahraman bir sözü ve ağlayan bir gözü
Kaldır artık gözlerinde ki demir perdeleri
Ve gözlerin...
Demir tarakların da taranmışlar
Yani aşk ehli;
Gelsin cezbeye, dursun kalpleri...
Zeliha Avcı

Sarı Gül

Hep mi şansımıza sarı güller düşecek.

Hiç kırmızı gül görmeyecek mi bu hüzünlü gözler.

Gözyaşları hep akacak mı bir pınar misali.

Özlemleri biriktirdik gönlümüzde,

vefadan bir dem olsun Şûle gelmeyecek mi gözlerimize,

Sevgiye muhtaç iken,

Hüzün çiçeği mi tutuşturcaklar ellerimize…!

Hüzün biraz isyandır, biraz rıza;

biraz gözlerini kaçırmaktır, biraz yüreğini sunmak…
Hüzün mübârektir, velûddur.

Mübârek, velûd ve verimli olmayan gam, keder, tasa ve üzüntü, hüzünden değildir.
Hüzün vakurdur, onurlu ve dürüst…

Kaypak ve tamahkâr duygular, hüznü duyumsayamaz.

Hüzün evet, duyumsanır. O denli nârin, o denli zarif…
Büyülü bir güzelliği var hüznün.
Biraz mum ışığıdır hüzün, biraz akşam alacasıdır.

Biraz gazete satan çocuk elleri, biraz bebek ağlamasıdır.
Hüzün zordur.
Hüzün güçlüdür.
Hüzün sızıdır. İnce, keskin, sivri…

Varla yok arası…

Parlak ve göz alıcı, anlık ve güçlü…
Hüzün melezdir. Tefekkürle tedebbürün kendisi esmer, bahtı ak evladıdır. Asâletini tefekkürden, metânetini tedebbürden almıştır.
Hüzün su gibidir. Azizdir. Şerefli ve nâdir…

Hem her şeye yeter, hem yeri asla doldurulamaz.
Tüy gibidir hüzün. Hafif ve yumuşak, canlı ve ölü…

Hayattan ve ölüme dair…
Hüzün, ALLAH Rasûlü’nün dostudur,

takdim ederim. “Hüzün dostumdur.” buyurmuş hüzün Peygamberi -sallALLAH u aleyhi ve sellem-, ömrü hüzünden sağılmış yetim…

Hüzün güzeldir.

hoşgeldin hüznüm….

Aciz iki yüreğiz...

Yüreğimi paylaştığım, ama sınırları aşamayansın
Herkes gibisin Ailem desem değil, ben desem değil, sen tam ortadasın
Yürümek ve ardımızda koca seneleri devirmek
Bir edeb hikâyesi yazmak hayalim seninle!


Alnım açık, her ânım, konuştuğumuz kelâmlar dizilir gözlerimin Önüne
Sonra düşünürüm, seni bu beden üzdü mü diye?
Aynaya bakarım Konuşurum kendimle, gözlerimle ve sonra kalbime ilişir gözlerim
Seni ararım Kapladığın yer kadar büyür gözlerim!


Ve sonra hâtıralar kendilerini sergiler ve Al İzle bizi!Al derler!
Ellerim senden uzak olmamalı, ama ellerini de sarmamalı! Hep yan yana durmalı

Ama sözlerimiz edebi aratmamalı! Bir hikâyesi olmalı beraberliğimizin Bir dâvâsı ve de sevdâsı olmalı bu yüreklerin!

Menfaat kokusundan kendini arındırmış temiz bir sayfa konmalı adı Yazın sıcaklığı kadar samimi olmalı sevgimiz, ama eylül kadar derin olmalı kalplerimiz, kış kadar beyaz gözükmeliyiz ve sonbaharın geleceğini unutmadan edebimizi ve de dengemizi muhafaza etmeliyiz

Kilitlemeliyiz güzel duygularımızı, hırsızların hain bakışlarına teslim etmemeliyiz Olur da bir gün küskünlük mevsimi gelirse diye, Rabin rızasını gözetmeliyiz Ve hoş görmeliyiz sabırsız dakikaları Biz arkadaşız diye cesaretin esiri olmamalıyız! Tâviz vermemeliyiz benliğimizden

Ama sen de yabancısın Arkadaşlıklar sonsuzluk için edebe muhtaçmış Sen ve ben Bu deryanın içinde susuzluğumuzun farklında mıyız? Samimiyetimizin doruklarında edebi unutmakta mıyız?! Laubâlilik karışmamalı arkadaşlığımızın esen sevgi rüzgarına

Yalanlar korkmalı bizden İpleri hep dengede tutmalı;ne düğümlenmiş, ne de gevşek olmalı Harflerim çekinmeliler ağzımdan sana doğru yola çıkarken Seni üzmekten ve edebi ürkütmekten korkmalılar cümle olurken Bir kristal olmalı kalplerimizin arasında Perdesiz ve kırılgan Gösterişli ama nârin olan Ve hikâyemizin adı, kırmadan ardımızda bırakmak olmalı kristali

Çok şey beklememeli birbirimizden Sadece sevmeli ve sadece gerektiğinde gönlünde gezmeli ve bizi gören gözler rızâsı için sevmenin tarihini seyretmeli!

Ve bir kız çocuğu büyütmeli sevgimizden Ona paylaşmanın kıymetini ve edebi Öğretmeli

Adı sevgi olmalı Ve kristalden bahsetmeli Küçük yüreğine fısıldamalı kristalin kırılganlığını ve iki kalp arasındaki Önemli varlığını bir gün yaşlı gözlerimiz ebediyetle tanışırken ardımızda bırakacağımız hâtıralarımız bize teselli olmalı Ve zamanı gelince küçük kıza emânet etmeli kristali ve nice kalplere yakışacak olan sevgi dolu hikayemizi

Sıcacık yatağımızda sonsuzluk için ayrı düştüğümüzde kırmadan tamamladığımız bu hikâyeyi hatırlamalı yüreklerimiz

Ve ölsek de, bitmeyen sevgimiz ile gönülleri fethetmeliyiz çünkü biz sevgiyi kaynağından içmeyi isteyen, sadece Rabbin rızâsı için seven ve bize verilen bu kalp emânetlerine layık olduğu değeri vermek isteyen âciz iki yüreğiz

Sen ve ben

Sen, ben ve devirdiğimiz senelerimiz

Sonsuzlukta da yanımda olman için duâ ettiğim, kalbimin karşı kıyısısın…