Dünyanın gerçek bir yer olduğunu düşünmüyorum. Hüseyin Akın'ın deyişiyle, dünyaya değil, rüyaya inananlardanım. Rüyadayız ve uyanacağız. Sonrasında her şey çok daha güzel olacak ya da olmayacak.
Şu da var: Hazreti Muhammed'e 'iki cihan peygamberi' derken, meselenin buradan ibaret olmadığını da söylemiş ve kabul etmiş oluyoruz.
Bir de şu: 'Huzur İslam'da' deniliyor. Doğrudur. Fakat bu sözün, burası için değil, orası için geçerli olduğuna inanıyorum. Her gün şu kadar yakıcı ve yıkıcı şey olurken, bir Müslüman'ın huzur içinde yaşaması mümkün mü? Değil.
Açıkçası, bu dünyada peşinden koşmaya değecek bir şeyin olduğuna inanmıyorum. İkinci otobüsün olmadığını bilsem bile, birincisinin peşinden koşmam.
Dil bahsini de unutmayalım. Dünyanın dilini bilmiyorum ve öğrenmeye de niyetli değilim. Çünkü bu dil, az harf ve çok rakamdan oluşuyor. Rakamlar, ağırlık yapar. Bize söylenen, ağırlıklarımızdan kurtulup öyle gelmemiz yahut gitmemiz.
Yasin suresinin elli sekizinci ayetinde, 'Onlara merhametli Rabbin söylediği selam vardır' buyruluyor. Kendi adıma, sadece bu selamın peşindeyim.
Yaşama gerekçem, Hay ve haysiyet.
***
Şu anda tam olarak hatırlamıyorum. Bir hatıratta okumuştum. Seksen yaşını geride bırakmış bir edebiyatçı, 'öleceğime üzülmüyorum, fakat doğmasaydım üzülürdüm' diyordu.
Bu ifadenin beni götürdüğü yer, 'heves' kelimesidir. Dünyaya geliyor veya gönderiliyor, hevesimizi alıp gidiyoruz. Az-çok.
Gözleri görmeyen birinin gezmeye gitmesini düşünün. Belki de böyle bir şey.
Sonuç olarak, şairin dediği gibi: Biz gidiyoruz dünya, sen çok yaşa e mi?
İnsanın hükmü, ancak gitmeye geçiyor.
İşte: Doğduğum vakit, dünya, dört buçuk milyar yaşındaydı. Geldim, gidiyorum, dünyanın yaşını hâlâ dört buçuk milyar olarak kayıtlara geçiriyorlar.
Bu kadar basit.
***
Bütün bunları niye yazıyoruz?
Açıklayayım: Dünyaya ait hiçbir şey, bir insanın kalbini kırmaya değmez. Tekrar ve tekrar söyleyelim; değmez.
'Amellerin en hayırlısı ise bir müminin gönlüne sevinç sokmaktır.'
Fakat böyle mi?
Çevremize bir bakalım: İş ortamlarına, siyaset sahnesine, sanal dünyaya...
Siyasi ikbal uğruna insanları kırarak ve kullanarak ilerleyenlere dikkat edin. Hizmetten, Allah rızasından bahsediyorlar.
Ahlak diyenden ahlaksızlık, merhamet diyenden merhametsizlik gördük, görüyoruz. Çok acı.
Sanal ortamları biraz kurcalayın. Müstear ismin yıkıcılığına sığınan din kardeşlerimiz, durmadan yaralayıcı 'iş'lere imza atıyorlar.
Kötülük yapmak, dünya tarihi boyunca, herhalde hiç bu kadar kolay olmamıştı.
Pusu kurmak bile ciddi bir emek isterken; sosyal medya üzerinden insanları karalamak, gönülleri yormak, sadece saniyeler alıyor.
Şunu da belirtmeden geçmeyelim: Kardeşlik hukukunu yerine getirip de birbirine düşkün ve tutkun olan insanların hemen 'çete' damgası yemesi de ayrı bir garipliktir. Soralım: Kimler kardeşti?
'Emeğe düşmanlık' konusuna girmiyorum bile.
Aliya İzzetbegoviç, 'hayat, inanan ve salih amel işleyenlerin dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur' diyor. Öyle.
Artık bitirelim: Dünyanın işleri ikiye ayrılıyor; yalan dünyanın yanlış işleri ve yalan dünyanın doğru işleri.
Yanlışı yanlışla sürdürmemek dileğiyle.
« İbrahim Tenekeci »
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder