«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»

16 Ağustos 2011 Salı

RUKÛDA BAŞLAR, SECDEDE BİTER BU YAZI!

Hamd O’nadır, şükür O’na, hep O’na tazîm!
Hiç şüphe yok “Subhâne Rabbiyel Azîm!”

&

Ben ne bilirdim bakmayı? Göz verdin de baktım Rabbim! Baktım, istisnasız herkeste bir dert, bir sıkıntı var da kimileri dertlerinin altında ezilmiş kalmış. Halbuki yiğit hizâda, sükûnet ezâda güzel. Sefâ sürerken zaten, “mubârek köpek” de memnun. Demek ki, “inanan insan ve eşref-i mahlûkat” olmanın getirdiği farkla, sadece neşeli zamanlarda değil, esas cefâ deminde yakalanmalı “rıza”. Bir de baktım, sebep perdesini aşana kolay bu iş. Dedim ki:

“-Rabbim! Her durumda, herkesten daha yakın ve anlayışlı olduğun için Sana şükürler olsun. Her seferinde, “yanımda” olduğunu hissettirdiğin ve içimde hep kocaman bir sevgi duymama sebep olduğun için de… Şükredecek ne kadar da çok şey olduğunu fark ettirdiğin ve hakkıyla şükürden aciz olduğumu bildirdiğin için de şükür! Rahmetin karşısında küçücük kalıveren; fakat bazen bana dağ gibi büyük gelen günahlarım altında ezilmekten koruduğun, farklı sebeplerle affını hep hatırlattığın ve ümitsizlik çukuruna yuvarlanmaktan kurtardığın için Sana şükürler olsun. Yakınlığın her şekilde mümkün olduğunu, Sana, hayırla da şerle de yaklaşılabileceğini gösterdiğin ve her seferinde gönlümü eşsiz bir huzurla doldurarak, “korkma” deyişini hissettirdiğin için, minnettarım Sana!

Yaşamamı takdir ettiğin, aczimi ve zaaflarımı farkettiren her türlü tecrübe için; yüceliğin karşısında nasıl da bücürük biri olduğumu hatırlatan, çözümsüz zannettiğim; fakat senin bir anda selamete erdirdiğin sorunlarım için, sevincime ve tebessümüme vesile olan, adını sebep koyduğun “nimetlerin ve lûtufların” için şükürler olsun!”

&

Baktım, bütün âlem hizmetimde. Verdiği nimeti saymaya kalksam, mümkün değil. Hem baktım, kimileri bu lutuflardan gafil, kimileri şükre durmuş. Ben de o teşekkür edenlerden olayım istedim de dedim ki:

“-Rabbim! Başımdaki saçların her bir teli için ayrı ayrı; ağzımdaki dişlerin her bir tanesi için yana yana ve gözlerime nasip ettiğin yaşların her bir damlası için, sevinçten uça uça şükrediyorum sana!

İkramlarından bir ikram olan sevenlerim için, onların, hiç haberim bile yokken, hakkımda ettikleri dualar için, iyi niyetli arkadaşlar, geniş gönüllü dostlar gönderdiğin ve onlara benim her türlü sıkıntılarıma rağmen, yanımda ve yakınımda bulunabilme arzusu ve aşkı verdiğin için, Sana şükür!

Pek alışmışken birden bire elimden alıverdiğin dünyalıklar ve hiç alışkın değilken ikram ediverdiğin tüm sevinçler için şükürler olsun sana. Aynı şükrü, hayatıma âniden katıverdiğin hüzün ve kederler için de tekrarlıyorum!”

&

Baktım, aynada bir yüzüm var ki kâh solgun, kâh pırıl pırıl. Bazen kederlerle mahzun, bazen sevinçlerle mesrur. Hem baktım o yüzdeki her bir sevincin biricik kaynağı Nûr! Dedim ki:

“-Rabbim! Zelil yanlarımı setreyleyip, beni insanlara hayırlı ve güzel yönlerimle gösterdiğin; günahlarımı, sır tutmayı çok iyi bilen vefalı bir dost gibi sakladığın, kendi içimde pek ezikken bile, dışarıya karşı alnı ak, başı dik durmayı nasip ettiğin için şükürler olsun Sana!
Şüphesiz ki ben, insanlardan bir insanım. Herkes gibi güçlü, herkes gibi zayıf, herkes gibi özel, herkes gibi güzelim. Şüphesiz, hayra da şerre de istidadım pek çok. Günaha da sevaba da açığım. İşte vaziyetim buyken, beni çoğunlukla güzel işlerle oyaladığın ve hayırlı insanlar arasında bulundurduğun için, sayısız hamd ve şükür Sana!

Yere düşmüş bir ekmeği kaldıracak kuvvet, fakir düşmüş bir insanı kalkındıracak niyet ve “efendim” gibi bir devlet nasip ettiğin için şükürler olsun Sana!

Gösterdin de gördüm ki “kuzular” arasında “kurtlar” gezinir. Kimi kuzu çobanına muti iken, kimi kuzu kurt olmuş da semirir. Rolü ne olursa olsun, karşıma çıkan herkese “hikmet aramak” üzere baktırdığın ve şer içindeki hayır ve hikmeti ucundan da olsa görmeyi nasip ettiğin için, ne kadar da sevinçliyim. Sen bildirdin de bildim ki Sana dost olmak, Sen’den gelen her durum karşısında hüsn ü zan sahibi olmakla başlar. “Hayrihi ve şerrihi minallâhi Teâlâ”yı biraz olsun anlamayı nasip ettiğin için şükürler olsun!

Nefsime takılmadan hizmete devamı nasip ettiğin, hizmetimi hezimete dönüşmekten koruduğun için mutluyum. Her an gözettiğini ve seherlerime hayat bahşederek, beni çok sevdiğini hissettirdiğin için şükür Sana!

Koku alabildiğim, yürüyebildiğim, üşüyebildiğim, terleyebildiğim, konuşabildiğim, görebildiğim, dokunabildiğim ve uyuyabildiğim için şükürler olsun! Sadece hatırlayabildiğim için değil, unutabildiğim için de çok şükür. Gülmekle birlikte ağlamayı da tattırdığın, hayatın neredeyse her lezzetini aldırdığın için şükür. Hissedebilen tenim ve kalbim için, günahından ötürü pişmanlık duyabilen vicdanım için şükür Sana! Sevabından ötürü kibirlenmeyi zül sayan, kalbine yaklaşmış aklım için çok şükür!”

&

Baktım, her bir mahlukat Allah’ı kendince hissetmede. “İnanmıyorum” deyip burnunun dikine gidenler bile, başları sıkıştı mı “Allah! Allah!” diye zikretmede. Dedim ki:

“-Rabbim! Bana Sen’i özleme duygusunu ve Sana kavuşma arzusunu hediye ettiğin için şükürler olsun. Hiçbir şeyle tatmine ulaştırmadığın ve bana hep kendini arattığın için nihayetsiz şükür! Sevenlerimin tebessümünde, annemin şefkatinde, babamın muhafaza ve dostlarımın teselli edişinde hep Sen’i hissettirdiğin, benim “her şeyim” olduğun için şükürler olsun Sana! Bildirdin de bildim ki, Sen’den gayrısı fanidir. Yine bildirdin de bildim ki aslında Sen’den ayrı ve gayrı olmaya güç yetirebilecek tek bir fani yoktur. De ki ben nasıl Sen’den, Sen’i anmaktan, Sana yalvarmaktan, Sana gelmekten ve Sen’i özlemekten ayrı olayım? Beni hep, kendinle beraber tuttuğun için şükürler olsun Sana! Üstelik sadece sevaplar işlerken değil, zaafa ve kusura düşerken de yanımda olduğun için çok şükür!

Gösterdin de gördüm ki önemli olan, “huzurunda huzur bulmakmış”, başka bir şey değil… Gelen her ne olursa olsun, asıl olan Sen’den geldiğini bilmek ve mütebessim karşılamakmış. Dertleri sevince çevirdiğin ve “kötü” diye bir şey olmadığını hissettirdiğin için şükürler olsun Sana! Evet! Bu dünyada olmuş ve olacak her ne varsa, hayırdır. Senden gelen, kötü olabilir mi hiç Rabbim!?

Yorulmam için kuvvet, dinlenmem için fırsat lutfettiğin ve dinlenmenin, yorulmakla mümkün olabileceğini gösterdiğin için şükürler olsun Sana! Gülen yüzüm, kazılıp içine mühür gömülen alnım için şükürler olsun! Fırtınalı zamanlarımda yanıma yaklaştırmadığım halde, yine de sabırla halimi seyreden ve durulmam hususunda dua eden kardeşler lutfettiğin için şükürler olsun Sana! Beni, Sen’i bilmem için yarattığına göre, âlemleri ve tüm hadiseleri de, Sen’i bulmamı kolaylaştırmak için yaratmış olmalısın. O halde her durumda, Sana gelen bir yol bulmayı nasip ettiğin için şükür!

“Ne olursan ol, yine gel!” demiş diyen. Umman olsam, ne Sen’den izinsiz gemi yüzdürebilir, ne de Sen dilemeden inci doğurabilirim. Sel olsam, yine Sen’den izinsiz bentler yıkabilecek değilim. Yaprak olsam, düşemem dalımdan Sen dilemeden. Işık olsam, süzülemem kaynağımdan, Sen istemeden. İşte, ne ummânım, ne selim, ne yaprak, ne de ışık! Lûtfunla temizlemezsen, her bir yanım bulaşık! Alt tarafı hayra, affa ve duaya muhtaç bir fakirim ya, yine de bakıyorum, nicesi bana âşık! Madem böyle, sebeplerle beni sevmene çok şükür!

Yastığım, yorganım, uykum, uyanıklığım ve gösterdiğin rüyalarım için de şükür sana! Zira o rüyalardan biriyle azıcık da olsa anlamaya başladım ki, “duanın tamamını mürşidi için etmek gerekir”. Kendisine dua edebini soran ashabına, “tamamında bana salat ve selam etsen bu senin için daha da hayırlıdır” buyuran Habibullah sallallahu aleyhi vesellemin, bu cevap ile neyi söylediğini, daha yeni kavradım. Anladım ki eğer ben, mürşidime dua edersem, zaten yedi ceddime de dua etmiş olurum. Zira benden gelecek neslin sıhhati bana, benim sıhhatim de efendimin himmetine bağlıdır. Madem ki durum budur, kendime dua etmem, hatta vakit kaybıdır. Eğer tamamında salat u selam edersem, bu halde de, hem yedi ceddime, hem efendime, hem bütün aleme dua etmiş olurum. Zira işte, O, alemlere rahmet olarak gönderilmiş olandır. Ne zaman ki O tebessüm eder, alem tebessüm eder.”

&

Baktım, gelin olacak kız, damat adayının kahvesine tuz ile biber katıyor. Bunu talibinin sevgisini sınamak ve onun, ağzına gelecek acayip tada rağmen, yüzünü buruşturmadan ve kimselere belli etmeden yine de kahveyi yudumladığını görmek için yapıyor. Üstelik bir de kapının ardından gizli gizli bakıp, cilve ile gülümsüyor. Bunu görünce kadim dostuma dedim ki:

“-Rabbim! Elbet ben de Sana talibim! Şu damat olacak kişi, bir kız için tuza bibere tebessüm eder de, ben, sana kavuşturacak yolda hiç, aynısını yapmaz mıyım? Hele de ucunda Sana kavuşmak olsun, acep, hem de perdeler ardından beni seyrettiğini ve cilveyle tebessüm ettiğini bilir de, yüzümü ekşitir miyim. Ah ah! Elbet sağım solum belli olmaz. Benden her bir şey de beklenir; lakin, şu gönlüme koyduğun “rıza” arzusu için, şükür, çok şükür Sana!

Murâdım o ki: Beni bana aştır da Sana ulaştır! Sevgimi, acı tatlı nice farklı lezzetle sınayacağın her seferinde, gönlüme sükûnet, yüzüme nûrâniyet ve neticeye nusret nasip eyle! Zayıflığımı kudretinle, fakirliğimi kereminle destekle! Günahlarımı rahmetinle, hayırlarımı kabûlünle karşıla!”

&

Ben ne bilirdim bakmayı? Göz verdin de baktım Rabbim! Madem öyle, hamd de Sana, şükür de Sana! Diyorlar ki, “güzel bir şey söyle bana!”

Daha güzel bir şey yok ki: “Subhâne Rabbiyel Âlâ!


Neslihan Nur TÜRK

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder