Hamd O’nadır, şükür O’na, hep O’na tazîm!
Hiç şüphe yok “Subhâne Rabbiyel Azîm!”
&
Ben ne bilirdim bakmayı? Göz verdin de baktım Rabbim! Baktım, istisnasız herkeste bir dert, bir sıkıntı var da kimileri dertlerinin altında ezilmiş kalmış. Halbuki yiğit hizâda, sükûnet ezâda güzel. Sefâ sürerken zaten, “mubârek köpek” de memnun. Demek ki, “inanan insan ve eşref-i mahlûkat” olmanın getirdiği farkla, sadece neşeli zamanlarda değil, esas cefâ deminde yakalanmalı “rıza”. Bir de baktım, sebep perdesini aşana kolay bu iş. Dedim ki:
“-Rabbim! Her durumda, herkesten daha yakın ve anlayışlı olduğun için Sana şükürler olsun. Her seferinde, “yanımda” olduğunu hissettirdiğin ve içimde hep kocaman bir sevgi duymama sebep olduğun için de… Şükredecek ne kadar da çok şey olduğunu fark ettirdiğin ve hakkıyla şükürden aciz olduğumu bildirdiğin için de şükür! Rahmetin karşısında küçücük kalıveren; fakat bazen bana dağ gibi büyük gelen günahlarım altında ezilmekten koruduğun, farklı sebeplerle affını hep hatırlattığın ve ümitsizlik çukuruna yuvarlanmaktan kurtardığın için Sana şükürler olsun. Yakınlığın her şekilde mümkün olduğunu, Sana, hayırla da şerle de yaklaşılabileceğini gösterdiğin ve her seferinde gönlümü eşsiz bir huzurla doldurarak, “korkma” deyişini hissettirdiğin için, minnettarım Sana!
Yaşamamı takdir ettiğin, aczimi ve zaaflarımı farkettiren her türlü tecrübe için; yüceliğin karşısında nasıl da bücürük biri olduğumu hatırlatan, çözümsüz zannettiğim; fakat senin bir anda selamete erdirdiğin sorunlarım için, sevincime ve tebessümüme vesile olan, adını sebep koyduğun “nimetlerin ve lûtufların” için şükürler olsun!”
&
Baktım, bütün âlem hizmetimde. Verdiği nimeti saymaya kalksam, mümkün değil. Hem baktım, kimileri bu lutuflardan gafil, kimileri şükre durmuş. Ben de o teşekkür edenlerden olayım istedim de dedim ki:
“-Rabbim! Başımdaki saçların her bir teli için ayrı ayrı; ağzımdaki dişlerin her bir tanesi için yana yana ve gözlerime nasip ettiğin yaşların her bir damlası için, sevinçten uça uça şükrediyorum sana!
İkramlarından bir ikram olan sevenlerim için, onların, hiç haberim bile yokken, hakkımda ettikleri dualar için, iyi niyetli arkadaşlar, geniş gönüllü dostlar gönderdiğin ve onlara benim her türlü sıkıntılarıma rağmen, yanımda ve yakınımda bulunabilme arzusu ve aşkı verdiğin için, Sana şükür!
Pek alışmışken birden bire elimden alıverdiğin dünyalıklar ve hiç alışkın değilken ikram ediverdiğin tüm sevinçler için şükürler olsun sana. Aynı şükrü, hayatıma âniden katıverdiğin hüzün ve kederler için de tekrarlıyorum!”
&
Baktım, aynada bir yüzüm var ki kâh solgun, kâh pırıl pırıl. Bazen kederlerle mahzun, bazen sevinçlerle mesrur. Hem baktım o yüzdeki her bir sevincin biricik kaynağı Nûr! Dedim ki:
“-Rabbim! Zelil yanlarımı setreyleyip, beni insanlara hayırlı ve güzel yönlerimle gösterdiğin; günahlarımı, sır tutmayı çok iyi bilen vefalı bir dost gibi sakladığın, kendi içimde pek ezikken bile, dışarıya karşı alnı ak, başı dik durmayı nasip ettiğin için şükürler olsun Sana!
Şüphesiz ki ben, insanlardan bir insanım. Herkes gibi güçlü, herkes gibi zayıf, herkes gibi özel, herkes gibi güzelim. Şüphesiz, hayra da şerre de istidadım pek çok. Günaha da sevaba da açığım. İşte vaziyetim buyken, beni çoğunlukla güzel işlerle oyaladığın ve hayırlı insanlar arasında bulundurduğun için, sayısız hamd ve şükür Sana!
Yere düşmüş bir ekmeği kaldıracak kuvvet, fakir düşmüş bir insanı kalkındıracak niyet ve “efendim” gibi bir devlet nasip ettiğin için şükürler olsun Sana!
Gösterdin de gördüm ki “kuzular” arasında “kurtlar” gezinir. Kimi kuzu çobanına muti iken, kimi kuzu kurt olmuş da semirir. Rolü ne olursa olsun, karşıma çıkan herkese “hikmet aramak” üzere baktırdığın ve şer içindeki hayır ve hikmeti ucundan da olsa görmeyi nasip ettiğin için, ne kadar da sevinçliyim. Sen bildirdin de bildim ki Sana dost olmak, Sen’den gelen her durum karşısında hüsn ü zan sahibi olmakla başlar. “Hayrihi ve şerrihi minallâhi Teâlâ”yı biraz olsun anlamayı nasip ettiğin için şükürler olsun!
Nefsime takılmadan hizmete devamı nasip ettiğin, hizmetimi hezimete dönüşmekten koruduğun için mutluyum. Her an gözettiğini ve seherlerime hayat bahşederek, beni çok sevdiğini hissettirdiğin için şükür Sana!
Koku alabildiğim, yürüyebildiğim, üşüyebildiğim, terleyebildiğim, konuşabildiğim, görebildiğim, dokunabildiğim ve uyuyabildiğim için şükürler olsun! Sadece hatırlayabildiğim için değil, unutabildiğim için de çok şükür. Gülmekle birlikte ağlamayı da tattırdığın, hayatın neredeyse her lezzetini aldırdığın için şükür. Hissedebilen tenim ve kalbim için, günahından ötürü pişmanlık duyabilen vicdanım için şükür Sana! Sevabından ötürü kibirlenmeyi zül sayan, kalbine yaklaşmış aklım için çok şükür!”
&
Baktım, her bir mahlukat Allah’ı kendince hissetmede. “İnanmıyorum” deyip burnunun dikine gidenler bile, başları sıkıştı mı “Allah! Allah!” diye zikretmede. Dedim ki:
“-Rabbim! Bana Sen’i özleme duygusunu ve Sana kavuşma arzusunu hediye ettiğin için şükürler olsun. Hiçbir şeyle tatmine ulaştırmadığın ve bana hep kendini arattığın için nihayetsiz şükür! Sevenlerimin tebessümünde, annemin şefkatinde, babamın muhafaza ve dostlarımın teselli edişinde hep Sen’i hissettirdiğin, benim “her şeyim” olduğun için şükürler olsun Sana! Bildirdin de bildim ki, Sen’den gayrısı fanidir. Yine bildirdin de bildim ki aslında Sen’den ayrı ve gayrı olmaya güç yetirebilecek tek bir fani yoktur. De ki ben nasıl Sen’den, Sen’i anmaktan, Sana yalvarmaktan, Sana gelmekten ve Sen’i özlemekten ayrı olayım? Beni hep, kendinle beraber tuttuğun için şükürler olsun Sana! Üstelik sadece sevaplar işlerken değil, zaafa ve kusura düşerken de yanımda olduğun için çok şükür!
Gösterdin de gördüm ki önemli olan, “huzurunda huzur bulmakmış”, başka bir şey değil… Gelen her ne olursa olsun, asıl olan Sen’den geldiğini bilmek ve mütebessim karşılamakmış. Dertleri sevince çevirdiğin ve “kötü” diye bir şey olmadığını hissettirdiğin için şükürler olsun Sana! Evet! Bu dünyada olmuş ve olacak her ne varsa, hayırdır. Senden gelen, kötü olabilir mi hiç Rabbim!?
Yorulmam için kuvvet, dinlenmem için fırsat lutfettiğin ve dinlenmenin, yorulmakla mümkün olabileceğini gösterdiğin için şükürler olsun Sana! Gülen yüzüm, kazılıp içine mühür gömülen alnım için şükürler olsun! Fırtınalı zamanlarımda yanıma yaklaştırmadığım halde, yine de sabırla halimi seyreden ve durulmam hususunda dua eden kardeşler lutfettiğin için şükürler olsun Sana! Beni, Sen’i bilmem için yarattığına göre, âlemleri ve tüm hadiseleri de, Sen’i bulmamı kolaylaştırmak için yaratmış olmalısın. O halde her durumda, Sana gelen bir yol bulmayı nasip ettiğin için şükür!
“Ne olursan ol, yine gel!” demiş diyen. Umman olsam, ne Sen’den izinsiz gemi yüzdürebilir, ne de Sen dilemeden inci doğurabilirim. Sel olsam, yine Sen’den izinsiz bentler yıkabilecek değilim. Yaprak olsam, düşemem dalımdan Sen dilemeden. Işık olsam, süzülemem kaynağımdan, Sen istemeden. İşte, ne ummânım, ne selim, ne yaprak, ne de ışık! Lûtfunla temizlemezsen, her bir yanım bulaşık! Alt tarafı hayra, affa ve duaya muhtaç bir fakirim ya, yine de bakıyorum, nicesi bana âşık! Madem böyle, sebeplerle beni sevmene çok şükür!
Yastığım, yorganım, uykum, uyanıklığım ve gösterdiğin rüyalarım için de şükür sana! Zira o rüyalardan biriyle azıcık da olsa anlamaya başladım ki, “duanın tamamını mürşidi için etmek gerekir”. Kendisine dua edebini soran ashabına, “tamamında bana salat ve selam etsen bu senin için daha da hayırlıdır” buyuran Habibullah sallallahu aleyhi vesellemin, bu cevap ile neyi söylediğini, daha yeni kavradım. Anladım ki eğer ben, mürşidime dua edersem, zaten yedi ceddime de dua etmiş olurum. Zira benden gelecek neslin sıhhati bana, benim sıhhatim de efendimin himmetine bağlıdır. Madem ki durum budur, kendime dua etmem, hatta vakit kaybıdır. Eğer tamamında salat u selam edersem, bu halde de, hem yedi ceddime, hem efendime, hem bütün aleme dua etmiş olurum. Zira işte, O, alemlere rahmet olarak gönderilmiş olandır. Ne zaman ki O tebessüm eder, alem tebessüm eder.”
&
Baktım, gelin olacak kız, damat adayının kahvesine tuz ile biber katıyor. Bunu talibinin sevgisini sınamak ve onun, ağzına gelecek acayip tada rağmen, yüzünü buruşturmadan ve kimselere belli etmeden yine de kahveyi yudumladığını görmek için yapıyor. Üstelik bir de kapının ardından gizli gizli bakıp, cilve ile gülümsüyor. Bunu görünce kadim dostuma dedim ki:
“-Rabbim! Elbet ben de Sana talibim! Şu damat olacak kişi, bir kız için tuza bibere tebessüm eder de, ben, sana kavuşturacak yolda hiç, aynısını yapmaz mıyım? Hele de ucunda Sana kavuşmak olsun, acep, hem de perdeler ardından beni seyrettiğini ve cilveyle tebessüm ettiğini bilir de, yüzümü ekşitir miyim. Ah ah! Elbet sağım solum belli olmaz. Benden her bir şey de beklenir; lakin, şu gönlüme koyduğun “rıza” arzusu için, şükür, çok şükür Sana!
Murâdım o ki: Beni bana aştır da Sana ulaştır! Sevgimi, acı tatlı nice farklı lezzetle sınayacağın her seferinde, gönlüme sükûnet, yüzüme nûrâniyet ve neticeye nusret nasip eyle! Zayıflığımı kudretinle, fakirliğimi kereminle destekle! Günahlarımı rahmetinle, hayırlarımı kabûlünle karşıla!”
&
Ben ne bilirdim bakmayı? Göz verdin de baktım Rabbim! Madem öyle, hamd de Sana, şükür de Sana! Diyorlar ki, “güzel bir şey söyle bana!”
Daha güzel bir şey yok ki: “Subhâne Rabbiyel Âlâ!”
Neslihan Nur TÜRK
«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»
16 Ağustos 2011 Salı
SANA BİRKAÇ ÇİFT SÖZÜM VAR
Sözü doğru anlamak isteyen herkes için,
Ama ille ey çocuk, sözlerim senin için.
&
Zira sen benim talebemsin. Ben de senin… Zira sana bakıyorum, sana kıymet veriyorum. Hoşuna gitse de gitmese de, ağır gelse de gelmese de dinle ki, hayırlara sebep olacağına dair bir dopdolu ümit taşıyorum.
&
A benim dili balım! Pek latif, pek gönül alıcısın. Sen konuşunca şenlenirim. Bu halinle gönlüme girmiş olduğun için, sana bir tavsiyede bulunacağım: Sakın ardında duramayacağın sözü etme. “Vur!” demesi kolaydır da, acısına dayanması zordur. Zira tokat sadece teni değil, nefsi de acıtır. Eğer sende, “hoştur bana senden gelen” diyenin gönlü yoksa, dilini de böyle laflardan uzak tut. Zira hiç geciktirmez, bazen Allah, söylediğin sözle hemen oracıkta sınar da seni, öyle kala kalırsın.
&
A benim güzel gönüllüm! Sen sen ol, “seviyorum” dediği halde sana zarar verene inanma. O nasıl sevgidir ki sevenini incitir, zarara sokar? Yok yok! Ne aşk o kadar ucuz, ne maşukluk öyle kolay… Yine de, “seviyorum” diyene merhametle yaklaş ve sabır ile hakkı hatırlat ki bu söz de öyle herkese nasip olmaz. Öyle veya böyle, sevmeye meyyal bir kalp, kıymetlidir.
&
A benim nimetim! Seni benim için nimet yapan, bana duyduğun sevgidir. Zira sevilmek nimeti, şükrü mümkün olmayan bir nasiptir. Hangi gönül vardır ki sevilsin de sevinmesin? Hangi varlık vardır ki sevgi karşısında kayıtsız kalabilsin? Kim ki sevilir, sevenine doğru akar. O halde, sevdiğin sürece, “sevilmediğin” duygusuna kapılma. Vallahi, eğer sevilmediğine inanmışsan, bu senin kendi sevemeyişindir.
&
A benim kıymetlim! Bazen seni yerden yere vuruşuma takılma. Sağında solunda birikmeye kalkışan tozlar, başka türlü nasıl dökülecek? Vuruş var temizler, vuruş var görmeyen gözü açar.
&
A benim saf gönüllüm! Bazı kimseyi rahat sıkar. Bazı kimse de rahata, sıkıntıyla ulaşır. Zahmette rahmet varmış, madem öyle dikkatli bak.
&
A benim nasiplim! Senin aşktan yana nasibin varsa, dokunsan da, dokunmasan da yanacaksın. İyi bil ki, bazıları hasrette de vuslatta da yanar. Zira onlar, aşk ateşinin sürekli temizleyen tesirine muhatap ve bu vesileyle sürekli ve pek hızlı Hakk’a yaklaşan, bahtı güzel kullardır. Allah aşkına, aşkı zayi etme! Allah aşkına, aşk gibi aziz bir duyguyu, nefsinin arzularına kurban etme!
&
A benim kırılganım! Her vakit okşanma bekliyorsun ama sendeki bazı hastalıkların ilacı canının yanmasıdır. Şöyle bir bak, ne ki şifadır, az ya da çok yakıcıdır. Bir bal vardır, hem tatlı hem şifalı olan, onu da biraz fazla yesen, için yanar “su!” diye… Etme. Merhameti sadece tebessümden ibaret zannetme. Kaşlarımı çatışımdaki tebessümü göremezsen, başkalarından ne farkın kalır?
&
A benim anlayışlım! Bak işte söylüyorum, anla. Buz gibi durduğum nice zaman, içimde koca bir volkan kaynar da sezdirmek istemem. Tebessüm ettiğim nice zaman, içimdeki çocuğun dudakları büzülmüş, çoktan ağlamaya başlamıştır da, belli etmem. Sana batar gibi dururum ya, senden çok canım acır. Bazen, senden kaçar gibi dururum ya, bilirsen, hayrınadır.
&
A benim başı sevdâlım! Tutmayı istediğin dalın tutunabileceğin dal olması, gitmeyi istediğin yerin gidebileceğin yer olması, kim bilir ne kadar da güzeldir. Bazen, tam tersi olursa sabret. Eğer Allah seni, olmayacak bir işin peşine düşürmüşse, şüphesiz bununla da seni olgunlaştırmayı dilemiş olmalıdır. Burası dünya. Her istediğine kavuşamayabilirsin.
&
A benim canım! Sevgiyi dar kalıpların içine hapsetme. Kimi dokunarak, kimi bakarak sever. Bazısı kaçarak, bazısı yakalanarak sever. Nicesi susarak, nicesi de konuşarak sever. Seninkine uymadı diye, bir başkasını sevgisiz ilan etme! Fakat şunu da unutma: Şer’i ölçülerin dışına taşan her türlü yakınlık, maazallah ayak kaydırır. Halbuki “sevgi”, ayakları kaydıran değil, Hakk’a yaklaştıran duygunun adıdır.
&
A benim tatlım! Dikkat et. Kiminin dikeni kaktüs gibi dışında, kiminin dikeni gül gibi dalında, kiminin de dikeni, balık gibi içindedir. Dokunmadan önce iyi düşün de, olmadık yerde canını acıtma. Bir de, dikeni kınamaya değil, sevmeye bak. Ne yapsın, Yaratan onu da batsın diye yaratmış.
&
A benim haşarım! Ne söylesem bildiğini okursun. Halbuki bazen söz dinlemek gerekir. Bazen, daha büyük acılardan korunmak için, küçük acılara tahammül etmek gerekir. Sanırsın ki alçak sesle söylenen her söz nazdır, cilvedir. Hayır! Bazen sadece kibarca bir uyarıdır. Dikkat et, iyi dinle, zira her sesin gürleştiği, her ricanın azar olduğu bir dem vardır. O demi çağırma da, sözü vaktinde anla!
&
A benim laf anlamazım! Sen bazen hocanı eli maşalı bir zalim sanırsın; ama iyi bil ki, sen ateş olmasan, el de maşa tutmaz. Eğer maşanın tadını sevmediysen, gel, nâr olma da nûr ol.
&
A benim açık sözlüm! Ayrılıklardan şikayet ediyorsun. Diyorsun ki, “ayrı kalınca derinleşiyor, daha da büyüyor yaram”. Ne güzel işte, ayrılığı tat ki aşkın büyüyüp arşa ulaşsın. Ne olacak böyle kenarda, sığda, yüzeyde kalıp… Hadi, ayrılığın bereketine de talip ol da, derinlerden inci topla…
&
A benim dert ortağım! Biz başımıza belayı, “bela!” dediğimiz gün aldık. Bu dünyada da zaten, aynı dertten muzdarip talihliler olarak, birbirimize teselli verelim diye karşılaştık. Farkında mısın, başımızdaki ne tatlı belâdır.
&
A benim sabırsızım! Çiçeğinin açma vakti gelene kadar, kaktüs dikenden ibarettir. Kim ki sabreder, çiçeğin açacağı güne erer. Ne vakit çiçeği açar, işte kaktüs o vakit, pek kısa bir süreliğine rahmet saçar. Lakin zahmetteki rahmeti sezip de sabredemeyene haramdır safâ…
&
A benim çocuk ruhlum! İçindeki çocuk yanının diri kalması ne de güzel ve yaptığın çocukça yaramazlıklar, ne de sevimli. Fakat takdir edersin ki bir günahı, “çocukluk yapmak” diye tanımlamak da, çocukluğun saflığına hakaret…
&
A benim sevenim! Hani sorarlar, “kula kul olmak mı kolay, yoksa Allah’a kul olmak mı?” Bu sorunun cevabını kendimce düşünürken bir gün, bir de baktım ki en yüksek kulluğun ucunu, bir insanın eteğine tutuşturmuş Allah. O eteğe tutundukça kul olmayı öğreniyorsun. Velev ki bu, bir mürşid değil de, bir kardeş olsun… Hatta velev ki eteğine tutunduğun ben olayım.
&
A benim dertlim! Gönül var deryalar gibi, gönül var bir küçük avuç. Sevda var isimde kalmış, sevda var cisimde kalmış. Öyle de sevdalar var ki öze çıkmış ölmemiş, her dâim diri kalmış.
&
A benim iştahlım! Her kuşun eti yenmez. Hele sana helal olmayan kuşa niyetlenme bile. Yok, niyetime aldım diyorsan, o vakit gerekeni yap da, sahibinin rızasını iste. Nasibindeyse zaten, kuş sana uça uça gelir. Bekle…
&
A benim şefkatlim! Bilirim, üşüyene kol kanat gerip ısıtmak dilersin. Lakin dikkat et de, ısıtayım derken, kimseyi ateşe verme.
&
Bir de hiç unutma ki, göğsüne kuvvet vermesi için kâh yanında, kâh ardında; kâh yakınında, kâh uzağında duacınım.… De ki: Amin.
Neslihan Nur TÜRK
Ama ille ey çocuk, sözlerim senin için.
&
Zira sen benim talebemsin. Ben de senin… Zira sana bakıyorum, sana kıymet veriyorum. Hoşuna gitse de gitmese de, ağır gelse de gelmese de dinle ki, hayırlara sebep olacağına dair bir dopdolu ümit taşıyorum.
&
A benim dili balım! Pek latif, pek gönül alıcısın. Sen konuşunca şenlenirim. Bu halinle gönlüme girmiş olduğun için, sana bir tavsiyede bulunacağım: Sakın ardında duramayacağın sözü etme. “Vur!” demesi kolaydır da, acısına dayanması zordur. Zira tokat sadece teni değil, nefsi de acıtır. Eğer sende, “hoştur bana senden gelen” diyenin gönlü yoksa, dilini de böyle laflardan uzak tut. Zira hiç geciktirmez, bazen Allah, söylediğin sözle hemen oracıkta sınar da seni, öyle kala kalırsın.
&
A benim güzel gönüllüm! Sen sen ol, “seviyorum” dediği halde sana zarar verene inanma. O nasıl sevgidir ki sevenini incitir, zarara sokar? Yok yok! Ne aşk o kadar ucuz, ne maşukluk öyle kolay… Yine de, “seviyorum” diyene merhametle yaklaş ve sabır ile hakkı hatırlat ki bu söz de öyle herkese nasip olmaz. Öyle veya böyle, sevmeye meyyal bir kalp, kıymetlidir.
&
A benim nimetim! Seni benim için nimet yapan, bana duyduğun sevgidir. Zira sevilmek nimeti, şükrü mümkün olmayan bir nasiptir. Hangi gönül vardır ki sevilsin de sevinmesin? Hangi varlık vardır ki sevgi karşısında kayıtsız kalabilsin? Kim ki sevilir, sevenine doğru akar. O halde, sevdiğin sürece, “sevilmediğin” duygusuna kapılma. Vallahi, eğer sevilmediğine inanmışsan, bu senin kendi sevemeyişindir.
&
A benim kıymetlim! Bazen seni yerden yere vuruşuma takılma. Sağında solunda birikmeye kalkışan tozlar, başka türlü nasıl dökülecek? Vuruş var temizler, vuruş var görmeyen gözü açar.
&
A benim saf gönüllüm! Bazı kimseyi rahat sıkar. Bazı kimse de rahata, sıkıntıyla ulaşır. Zahmette rahmet varmış, madem öyle dikkatli bak.
&
A benim nasiplim! Senin aşktan yana nasibin varsa, dokunsan da, dokunmasan da yanacaksın. İyi bil ki, bazıları hasrette de vuslatta da yanar. Zira onlar, aşk ateşinin sürekli temizleyen tesirine muhatap ve bu vesileyle sürekli ve pek hızlı Hakk’a yaklaşan, bahtı güzel kullardır. Allah aşkına, aşkı zayi etme! Allah aşkına, aşk gibi aziz bir duyguyu, nefsinin arzularına kurban etme!
&
A benim kırılganım! Her vakit okşanma bekliyorsun ama sendeki bazı hastalıkların ilacı canının yanmasıdır. Şöyle bir bak, ne ki şifadır, az ya da çok yakıcıdır. Bir bal vardır, hem tatlı hem şifalı olan, onu da biraz fazla yesen, için yanar “su!” diye… Etme. Merhameti sadece tebessümden ibaret zannetme. Kaşlarımı çatışımdaki tebessümü göremezsen, başkalarından ne farkın kalır?
&
A benim anlayışlım! Bak işte söylüyorum, anla. Buz gibi durduğum nice zaman, içimde koca bir volkan kaynar da sezdirmek istemem. Tebessüm ettiğim nice zaman, içimdeki çocuğun dudakları büzülmüş, çoktan ağlamaya başlamıştır da, belli etmem. Sana batar gibi dururum ya, senden çok canım acır. Bazen, senden kaçar gibi dururum ya, bilirsen, hayrınadır.
&
A benim başı sevdâlım! Tutmayı istediğin dalın tutunabileceğin dal olması, gitmeyi istediğin yerin gidebileceğin yer olması, kim bilir ne kadar da güzeldir. Bazen, tam tersi olursa sabret. Eğer Allah seni, olmayacak bir işin peşine düşürmüşse, şüphesiz bununla da seni olgunlaştırmayı dilemiş olmalıdır. Burası dünya. Her istediğine kavuşamayabilirsin.
&
A benim canım! Sevgiyi dar kalıpların içine hapsetme. Kimi dokunarak, kimi bakarak sever. Bazısı kaçarak, bazısı yakalanarak sever. Nicesi susarak, nicesi de konuşarak sever. Seninkine uymadı diye, bir başkasını sevgisiz ilan etme! Fakat şunu da unutma: Şer’i ölçülerin dışına taşan her türlü yakınlık, maazallah ayak kaydırır. Halbuki “sevgi”, ayakları kaydıran değil, Hakk’a yaklaştıran duygunun adıdır.
&
A benim tatlım! Dikkat et. Kiminin dikeni kaktüs gibi dışında, kiminin dikeni gül gibi dalında, kiminin de dikeni, balık gibi içindedir. Dokunmadan önce iyi düşün de, olmadık yerde canını acıtma. Bir de, dikeni kınamaya değil, sevmeye bak. Ne yapsın, Yaratan onu da batsın diye yaratmış.
&
A benim haşarım! Ne söylesem bildiğini okursun. Halbuki bazen söz dinlemek gerekir. Bazen, daha büyük acılardan korunmak için, küçük acılara tahammül etmek gerekir. Sanırsın ki alçak sesle söylenen her söz nazdır, cilvedir. Hayır! Bazen sadece kibarca bir uyarıdır. Dikkat et, iyi dinle, zira her sesin gürleştiği, her ricanın azar olduğu bir dem vardır. O demi çağırma da, sözü vaktinde anla!
&
A benim laf anlamazım! Sen bazen hocanı eli maşalı bir zalim sanırsın; ama iyi bil ki, sen ateş olmasan, el de maşa tutmaz. Eğer maşanın tadını sevmediysen, gel, nâr olma da nûr ol.
&
A benim açık sözlüm! Ayrılıklardan şikayet ediyorsun. Diyorsun ki, “ayrı kalınca derinleşiyor, daha da büyüyor yaram”. Ne güzel işte, ayrılığı tat ki aşkın büyüyüp arşa ulaşsın. Ne olacak böyle kenarda, sığda, yüzeyde kalıp… Hadi, ayrılığın bereketine de talip ol da, derinlerden inci topla…
&
A benim dert ortağım! Biz başımıza belayı, “bela!” dediğimiz gün aldık. Bu dünyada da zaten, aynı dertten muzdarip talihliler olarak, birbirimize teselli verelim diye karşılaştık. Farkında mısın, başımızdaki ne tatlı belâdır.
&
A benim sabırsızım! Çiçeğinin açma vakti gelene kadar, kaktüs dikenden ibarettir. Kim ki sabreder, çiçeğin açacağı güne erer. Ne vakit çiçeği açar, işte kaktüs o vakit, pek kısa bir süreliğine rahmet saçar. Lakin zahmetteki rahmeti sezip de sabredemeyene haramdır safâ…
&
A benim çocuk ruhlum! İçindeki çocuk yanının diri kalması ne de güzel ve yaptığın çocukça yaramazlıklar, ne de sevimli. Fakat takdir edersin ki bir günahı, “çocukluk yapmak” diye tanımlamak da, çocukluğun saflığına hakaret…
&
A benim sevenim! Hani sorarlar, “kula kul olmak mı kolay, yoksa Allah’a kul olmak mı?” Bu sorunun cevabını kendimce düşünürken bir gün, bir de baktım ki en yüksek kulluğun ucunu, bir insanın eteğine tutuşturmuş Allah. O eteğe tutundukça kul olmayı öğreniyorsun. Velev ki bu, bir mürşid değil de, bir kardeş olsun… Hatta velev ki eteğine tutunduğun ben olayım.
&
A benim dertlim! Gönül var deryalar gibi, gönül var bir küçük avuç. Sevda var isimde kalmış, sevda var cisimde kalmış. Öyle de sevdalar var ki öze çıkmış ölmemiş, her dâim diri kalmış.
&
A benim iştahlım! Her kuşun eti yenmez. Hele sana helal olmayan kuşa niyetlenme bile. Yok, niyetime aldım diyorsan, o vakit gerekeni yap da, sahibinin rızasını iste. Nasibindeyse zaten, kuş sana uça uça gelir. Bekle…
&
A benim şefkatlim! Bilirim, üşüyene kol kanat gerip ısıtmak dilersin. Lakin dikkat et de, ısıtayım derken, kimseyi ateşe verme.
&
Bir de hiç unutma ki, göğsüne kuvvet vermesi için kâh yanında, kâh ardında; kâh yakınında, kâh uzağında duacınım.… De ki: Amin.
Neslihan Nur TÜRK
8 Ağustos 2011 Pazartesi
KAPAT GÖZLERİNİ, KİMSE GÖRMESİN!
Allah seni kem gözlerden, nazardan esirgesin!
Kapat gözlerini cânım! Kapat kimse görmesin!
&
Vakit gece yarısını geçti. Herkes yumdu gözlerini. Bedenler uyudu, ruhlar dolaşıyor. İşte tam da bu demler, yazmanın vaktidir. Madem öyle, pek eski bir taş plaktan yükselen tambur sesi eşliğinde, yanık bir kahve gelsin yoldaşlığa! Zaten uyku dediğin, ancak sevgili bir dostla beraberken kaçar. Madem uyku kaçmıştır, gözlere şöyle simsiyah bir sürme çekmeli ve bakmalıdır artık. Nereye? Ötelere... Ama gidebildiğince, alabildiğince, uzanabildiğince öteye...
O halde şimdi, sevdiğinsem, arkadaş ol bana. Çoğunun uyuyup kaldığı şu sırada, kapatma da gözlerini, seyret... Aşığın şifâsı, mâşukunun yüzüdür. Maşukun safâsı, aşığının bakışıdır, neylesin. Diğer yandan, kıskanırım, “kapat gözlerini, kimse görmesin!”.
&
Sandılar ki yüz, bir çift gözden, dudaktan, yanaktan ibaret. Halbuki onların hepsi, sadece kabuktan ibaret. Yüzü güzel kılan özdü. Bilen bildi, bilmeyen yoluna gitti. Sandılar ki sadece karşısındayken seyredilir yüz. Hayır değil! Yemenden seyreden Karâni gibi, kimileri uzaktan seyre dalar da dibindekinin göremediği güzelliklerin tadıyla sarhoş olup dolanır.
Şimdi, kıymetlinsem, kapatma gözlerini! Perdeleri inse de, açık kalsın penceren! Seyret... Zira aşığın devası maşukunun yolunu gözlemektir. Maşuka safâ olur, yeter ki aşığı “gözüm yollarda” desin. Diğer yandan, sakınırım, ”kapat gözlerini, kimse görmesin!”
&
“Candan ötem” oradan, tam karşıdan, bana doğru yürüyüp gelirken dedim ki: “Mâşaallah! Subhânallah! Bârekallah! Bu ne güzellik! Bu ne heybet! Bu ne letafet!” Sonra içimden geçti ki: “Acep o da bana bakar da içinden aynılarını geçirir mi?” Hani, “Rabbim!” diyene, “Kulum!” dediği gibi Hakk’ın; acep dedim, karşılık bulmakta mıdır yangınım? “Bu ne biçim soru!?” dedi sonra gönlüm.
Şüphesiz onun sevgisidir, senin diline vuran. O halde ey sen, her yanı nur olmuş bir halde, sağımda solumda, önümde ardımda, -bütün yönlerden ve mesafelerden azad- ille de kalbimde duran! İyi bil ki senin için duâdayım. Baktım ki meğer kendim için ettiğim dualar pek eksikmiş. Oymuş benim damarımda akan. Oymuş bana canlılık katan. Onun ağrısı, yorgunluğu ve –Allah korusun!- eksikliği, en yakıcı azapmış. “Eğer duanın tamamını bana salat ederek tamamlarsan, bu daha hayırlıdır” buyuran Habibullah, şüphesiz her zamanki gibi isabet etmiş ya, bu şekilde dua etmenin, âlemlere dua etmek olduğunu bu kafacık, daha yeni yeni fark etmiş. Bundan böyle, “önce kendim için” ve hatta “sonrasında da kendim için” istemekten hayâ ederim.
Şimdi, sana olan muhtaçlığımı bil de, kapatma gözlerini! Seyret... Zira aşığın ilacı, maşukunun gözü önünde olmaktır. Maşukun bağrına kuvvet veren, aşığını huzurunda bulmaktır, bilesin. Diğer yandan... Sen sadece beni yak! “Kapat gözlerini kimse görmesin!”
&
Belki de diyeceksin ki, neye açacağım gözlerimi? Onu bilmeyecek ne var a canım! Ağyâre değil, Yâr’e açacaksın elbet! Helâle, güzele, güne, güneşe açacaksın! Sakın deme ki “benim gözlerimin harcı değil bu bakış!” Sen yeter ki teslim ol, zaten, gücünü aşan, içini sızlatan yerde, “kuvvetine halel, teslimiyetine zaaf gelmesin” diye, gözlerine mendili bağlamasını da bilir sevenlerin. Dediğimi anlamadıysan, İbrahim aleyhisselâmın, oğlu İsmail’i kurban edeceği sırada yaptıklarını düşün. Kavi ol! Cesur ol! Rızaya ermek yolunda canın yanıp dursa da, canan bildiklerini kurban vermek, yolunun tam önünde, şart olarak dursa da, tereddütsüz muti ol!
Şimdi, gel bak şu Hak dostlarının çektiği zorluklara da, kapatma gözlerini! Seyret... Sevenler sıkıntı örtüsünü nasıl da bürünüyor gör! Sevdim diyen, nasıl da çeşit çeşit imtihanla sınanıyor, bak! Sen bakışı ilaca benzeyensin. Diğer yandan, kıyamam ki, “kapat gözlerini kimse görmesin!”
&
O benim “Candan ötem” yüzüme baktığında, şâd olurum. Nasıl bakılacağını gel, ondan öğren. Öyle bir bakış bak ki, tekrar tekrar dirilsin ölü yanlarım. Keskin, derin, devamlı bir bakışla, cihanımı doldur sen! Sen diyorum, zira bu saatten sonra, başkasının bakışını istemem! Bana bakarken siyahtır gözleri, başkasına ne renk bakar hiç bilmem. Siyah, bütün renkleri içinde toplayan bir renkmiş. Acep, rengârenklikten kurtulup da safiyyeye erememiş nefsimin, o güzeldeki yansıması mı bu siyahlık, bana meçhul… Açıklaması ne olursa olsun, sen yeter ki onun gibi bak! Yeter ki bakışını esirgeme benden! İyice gör beni. O kadar ki, bakışın içime işlesin. Nazarın, bir incecik nakış gibi ruhuma dolduğunda bile esirgeme ki, umudumu kaybetmeyeyim.
Gözünde perde olduğum vakit, ne yana baksan beni görürsün. İşte o vakit dilersen kapat, dilersen aç, fark etmez; fakat bakışmanın tadından da mahrum etme ki, maşukun şenliği, aşığıyla bakışmaktır. Bakışalım, boş ver aman! Eller ne derse desin! Diğer yandan, yüreğime dert olur, “kapat gözlerini, kimse görmesin!”
&
Gün batıyor, gün doğuyor. De ki kime bu güneşin cilvesi? Dünya, ay ve güneş arasındaki bu muhabbet neyin nesi? Sanki diyorum, biz dünyayız, “candan ötemiz” mehtap, Habibullah -aleyhissalatu vesselam- güneşlerin güneşi! O halde dönmek lazım! Hacılar Kâbe’yi tavaf ededursun, bize, o Hak dostunun etrafında dönmek lazım! O, ayın on dördü gibi nur saçan güzel, çok şükür ki bize pervane olmuştur. O halde bize de, onun aydınlığında yollar aşmak lazım!
Dünyanın fıtratıdır: Kendi etrafında dönüp durur. Ve Allah’ın lutfudur: O kadar döner de, yine de başı dönüp yıkılmaz. İçinde ateşler yanar, göğünde fırtınalar kopar, yerinde nice fitne cirit atar da, vazifesini bırakmaz dünya.
Öyleyse gel, sen de kapatma gözlerini! Zira görecek nice ibret var. Seyrine dalıp tebessüm edilecek nice nimet var. Diğer yandan, yorulmasın isterim, şimdi biraz dinlensin, “kapat gözlerini, kimse görmesin!”
&
Gerçi, bunca zaman sonra bulmuşum, işin ne yahu, biraz daha bak! Sevmişken biraz daha açık kalsın gözlerin. Yol göstereceğimiz çocuklarımız var. Onlara anlatılacak hikayelerimiz ve her birinin içine işleyecek nazarlarımız var. O nazarlar ki, rahmanın merhametinden birer cüz olarak, yavrularımıza cömertçe sunacağımız tebessüm yüklü bakışlardır. Onlar, bu bakışlarla huzur içinde büyüyecekler. Daha çok işimiz var kapatma gözlerini! Bak dolunay bize gülümsüyor. “Üzülmeyin, uzakta da olsanız, beraberce bana bakıyorsunuz ya, bu ne güzel” diyor. Sabretmemizi öğütlüyor.
Mavi karanlıklar bir gün, elbette sıcacık ve apaydınlık günlerle yer değiştirecek. Kapatma gözlerini! O gün geldiğinde, renk renk çiçeklerle bezeli bembeyaz bir evimiz olacak. Hayır! Ölmeden önce olacak bunlar. Burada tadacağız iç huzurunu. Zaten, burada tadamazsak, acep orada yakalayabilir miyiz ki? Aslında, “ahiret” denilen yer, dünyada ektiğimiz ürünü alma yeri değil mi? O sebeple değil mi, ölmeden önce ölenlerin yaşayıp durmaları? Ölemiyorsak da, ölmüş taklidi yapacağız beraber! Düşmanlarından, ölmüş gibi yaparak kurtulan kuşlar kadar bile olamazsak, kabre nasıl sığacağız?! Olmadan, kapatma gözlerini! Ölmeden kapatma gözlerini! Birçokları “kuş akıllı” deyip küçümsese de, sen bilirsin ki onlar tefekkür edilesi pek özel mahluklardır. Hani, sırat da burada ya. O, zaman zaman çok zorlayan imtihanlar sıratında nasıl gittiğimiz değil mi zaten asıl mevzu da?
O halde, daha dur! Kapatma gözlerini! Zira yaşadığım birçok hayal kırıklığı sebebiyle, bazen hayal etmekten bile korkar oldum. Bana cesaret, bana kuvvet, bana omuz ver! Bak ki her bir bakışına muhtacım! Diğer yandan, başkası korkarım zayi eder, etmesin, “kapat gözlerini, kimse görmesin!”
&
Aşk bitmez. Gezer, tozar, yön değiştirir, jön değiştirir, ama bitmez! Döner dolaşır, yine gönle gelir. Aşksa gelir! Dilerim aşkın Hakk’a, şefkatin de “maşukun hürmetine bana ve tüm mahlukata” olsun. Beni aşığı olduğun Allah için sev! Zira ancak o zaman, hakkıyla sevmeye güç yetirebilirsin. İstemem! Kör olma! Yanlışa düşersem, kapatma gözlerini! Gör ve ellerimden tutup beni doğruya götür. Gör ve yüreğimden tutup beni güvene taşı! Gör ve göre göre sev! Rabbimin beni sevdiği gibi sev… Yani? Yani kusur ve günahlarımı affetmeye, hayırlarımı kabule ve her halukarda yanımda olmaya azmede ede sev. Zayıflığımı kuvvetinle telafi ede ede sev!
Ve böyle sevmişken, sırası değil, lütfen, kapatma gözlerini! Bilirsin ya, ben kahvesiz duramam. Şimdi, ey benim “yanık kahvem”! Dualarında yakar ki, bu can sana daha fazla hasret çekmesin. Bilirim, şimdi sen dua ederken gözlerin dolar, temelli güzelleşirsin. Allah kem gözden korusun, nazardan esirgesin, “kapat gözlerini kapat! Kapat kimse görmesin!”
Neslihan Nur TÜRK
Kapat gözlerini cânım! Kapat kimse görmesin!
&
Vakit gece yarısını geçti. Herkes yumdu gözlerini. Bedenler uyudu, ruhlar dolaşıyor. İşte tam da bu demler, yazmanın vaktidir. Madem öyle, pek eski bir taş plaktan yükselen tambur sesi eşliğinde, yanık bir kahve gelsin yoldaşlığa! Zaten uyku dediğin, ancak sevgili bir dostla beraberken kaçar. Madem uyku kaçmıştır, gözlere şöyle simsiyah bir sürme çekmeli ve bakmalıdır artık. Nereye? Ötelere... Ama gidebildiğince, alabildiğince, uzanabildiğince öteye...
O halde şimdi, sevdiğinsem, arkadaş ol bana. Çoğunun uyuyup kaldığı şu sırada, kapatma da gözlerini, seyret... Aşığın şifâsı, mâşukunun yüzüdür. Maşukun safâsı, aşığının bakışıdır, neylesin. Diğer yandan, kıskanırım, “kapat gözlerini, kimse görmesin!”.
&
Sandılar ki yüz, bir çift gözden, dudaktan, yanaktan ibaret. Halbuki onların hepsi, sadece kabuktan ibaret. Yüzü güzel kılan özdü. Bilen bildi, bilmeyen yoluna gitti. Sandılar ki sadece karşısındayken seyredilir yüz. Hayır değil! Yemenden seyreden Karâni gibi, kimileri uzaktan seyre dalar da dibindekinin göremediği güzelliklerin tadıyla sarhoş olup dolanır.
Şimdi, kıymetlinsem, kapatma gözlerini! Perdeleri inse de, açık kalsın penceren! Seyret... Zira aşığın devası maşukunun yolunu gözlemektir. Maşuka safâ olur, yeter ki aşığı “gözüm yollarda” desin. Diğer yandan, sakınırım, ”kapat gözlerini, kimse görmesin!”
&
“Candan ötem” oradan, tam karşıdan, bana doğru yürüyüp gelirken dedim ki: “Mâşaallah! Subhânallah! Bârekallah! Bu ne güzellik! Bu ne heybet! Bu ne letafet!” Sonra içimden geçti ki: “Acep o da bana bakar da içinden aynılarını geçirir mi?” Hani, “Rabbim!” diyene, “Kulum!” dediği gibi Hakk’ın; acep dedim, karşılık bulmakta mıdır yangınım? “Bu ne biçim soru!?” dedi sonra gönlüm.
Şüphesiz onun sevgisidir, senin diline vuran. O halde ey sen, her yanı nur olmuş bir halde, sağımda solumda, önümde ardımda, -bütün yönlerden ve mesafelerden azad- ille de kalbimde duran! İyi bil ki senin için duâdayım. Baktım ki meğer kendim için ettiğim dualar pek eksikmiş. Oymuş benim damarımda akan. Oymuş bana canlılık katan. Onun ağrısı, yorgunluğu ve –Allah korusun!- eksikliği, en yakıcı azapmış. “Eğer duanın tamamını bana salat ederek tamamlarsan, bu daha hayırlıdır” buyuran Habibullah, şüphesiz her zamanki gibi isabet etmiş ya, bu şekilde dua etmenin, âlemlere dua etmek olduğunu bu kafacık, daha yeni yeni fark etmiş. Bundan böyle, “önce kendim için” ve hatta “sonrasında da kendim için” istemekten hayâ ederim.
Şimdi, sana olan muhtaçlığımı bil de, kapatma gözlerini! Seyret... Zira aşığın ilacı, maşukunun gözü önünde olmaktır. Maşukun bağrına kuvvet veren, aşığını huzurunda bulmaktır, bilesin. Diğer yandan... Sen sadece beni yak! “Kapat gözlerini kimse görmesin!”
&
Belki de diyeceksin ki, neye açacağım gözlerimi? Onu bilmeyecek ne var a canım! Ağyâre değil, Yâr’e açacaksın elbet! Helâle, güzele, güne, güneşe açacaksın! Sakın deme ki “benim gözlerimin harcı değil bu bakış!” Sen yeter ki teslim ol, zaten, gücünü aşan, içini sızlatan yerde, “kuvvetine halel, teslimiyetine zaaf gelmesin” diye, gözlerine mendili bağlamasını da bilir sevenlerin. Dediğimi anlamadıysan, İbrahim aleyhisselâmın, oğlu İsmail’i kurban edeceği sırada yaptıklarını düşün. Kavi ol! Cesur ol! Rızaya ermek yolunda canın yanıp dursa da, canan bildiklerini kurban vermek, yolunun tam önünde, şart olarak dursa da, tereddütsüz muti ol!
Şimdi, gel bak şu Hak dostlarının çektiği zorluklara da, kapatma gözlerini! Seyret... Sevenler sıkıntı örtüsünü nasıl da bürünüyor gör! Sevdim diyen, nasıl da çeşit çeşit imtihanla sınanıyor, bak! Sen bakışı ilaca benzeyensin. Diğer yandan, kıyamam ki, “kapat gözlerini kimse görmesin!”
&
O benim “Candan ötem” yüzüme baktığında, şâd olurum. Nasıl bakılacağını gel, ondan öğren. Öyle bir bakış bak ki, tekrar tekrar dirilsin ölü yanlarım. Keskin, derin, devamlı bir bakışla, cihanımı doldur sen! Sen diyorum, zira bu saatten sonra, başkasının bakışını istemem! Bana bakarken siyahtır gözleri, başkasına ne renk bakar hiç bilmem. Siyah, bütün renkleri içinde toplayan bir renkmiş. Acep, rengârenklikten kurtulup da safiyyeye erememiş nefsimin, o güzeldeki yansıması mı bu siyahlık, bana meçhul… Açıklaması ne olursa olsun, sen yeter ki onun gibi bak! Yeter ki bakışını esirgeme benden! İyice gör beni. O kadar ki, bakışın içime işlesin. Nazarın, bir incecik nakış gibi ruhuma dolduğunda bile esirgeme ki, umudumu kaybetmeyeyim.
Gözünde perde olduğum vakit, ne yana baksan beni görürsün. İşte o vakit dilersen kapat, dilersen aç, fark etmez; fakat bakışmanın tadından da mahrum etme ki, maşukun şenliği, aşığıyla bakışmaktır. Bakışalım, boş ver aman! Eller ne derse desin! Diğer yandan, yüreğime dert olur, “kapat gözlerini, kimse görmesin!”
&
Gün batıyor, gün doğuyor. De ki kime bu güneşin cilvesi? Dünya, ay ve güneş arasındaki bu muhabbet neyin nesi? Sanki diyorum, biz dünyayız, “candan ötemiz” mehtap, Habibullah -aleyhissalatu vesselam- güneşlerin güneşi! O halde dönmek lazım! Hacılar Kâbe’yi tavaf ededursun, bize, o Hak dostunun etrafında dönmek lazım! O, ayın on dördü gibi nur saçan güzel, çok şükür ki bize pervane olmuştur. O halde bize de, onun aydınlığında yollar aşmak lazım!
Dünyanın fıtratıdır: Kendi etrafında dönüp durur. Ve Allah’ın lutfudur: O kadar döner de, yine de başı dönüp yıkılmaz. İçinde ateşler yanar, göğünde fırtınalar kopar, yerinde nice fitne cirit atar da, vazifesini bırakmaz dünya.
Öyleyse gel, sen de kapatma gözlerini! Zira görecek nice ibret var. Seyrine dalıp tebessüm edilecek nice nimet var. Diğer yandan, yorulmasın isterim, şimdi biraz dinlensin, “kapat gözlerini, kimse görmesin!”
&
Gerçi, bunca zaman sonra bulmuşum, işin ne yahu, biraz daha bak! Sevmişken biraz daha açık kalsın gözlerin. Yol göstereceğimiz çocuklarımız var. Onlara anlatılacak hikayelerimiz ve her birinin içine işleyecek nazarlarımız var. O nazarlar ki, rahmanın merhametinden birer cüz olarak, yavrularımıza cömertçe sunacağımız tebessüm yüklü bakışlardır. Onlar, bu bakışlarla huzur içinde büyüyecekler. Daha çok işimiz var kapatma gözlerini! Bak dolunay bize gülümsüyor. “Üzülmeyin, uzakta da olsanız, beraberce bana bakıyorsunuz ya, bu ne güzel” diyor. Sabretmemizi öğütlüyor.
Mavi karanlıklar bir gün, elbette sıcacık ve apaydınlık günlerle yer değiştirecek. Kapatma gözlerini! O gün geldiğinde, renk renk çiçeklerle bezeli bembeyaz bir evimiz olacak. Hayır! Ölmeden önce olacak bunlar. Burada tadacağız iç huzurunu. Zaten, burada tadamazsak, acep orada yakalayabilir miyiz ki? Aslında, “ahiret” denilen yer, dünyada ektiğimiz ürünü alma yeri değil mi? O sebeple değil mi, ölmeden önce ölenlerin yaşayıp durmaları? Ölemiyorsak da, ölmüş taklidi yapacağız beraber! Düşmanlarından, ölmüş gibi yaparak kurtulan kuşlar kadar bile olamazsak, kabre nasıl sığacağız?! Olmadan, kapatma gözlerini! Ölmeden kapatma gözlerini! Birçokları “kuş akıllı” deyip küçümsese de, sen bilirsin ki onlar tefekkür edilesi pek özel mahluklardır. Hani, sırat da burada ya. O, zaman zaman çok zorlayan imtihanlar sıratında nasıl gittiğimiz değil mi zaten asıl mevzu da?
O halde, daha dur! Kapatma gözlerini! Zira yaşadığım birçok hayal kırıklığı sebebiyle, bazen hayal etmekten bile korkar oldum. Bana cesaret, bana kuvvet, bana omuz ver! Bak ki her bir bakışına muhtacım! Diğer yandan, başkası korkarım zayi eder, etmesin, “kapat gözlerini, kimse görmesin!”
&
Aşk bitmez. Gezer, tozar, yön değiştirir, jön değiştirir, ama bitmez! Döner dolaşır, yine gönle gelir. Aşksa gelir! Dilerim aşkın Hakk’a, şefkatin de “maşukun hürmetine bana ve tüm mahlukata” olsun. Beni aşığı olduğun Allah için sev! Zira ancak o zaman, hakkıyla sevmeye güç yetirebilirsin. İstemem! Kör olma! Yanlışa düşersem, kapatma gözlerini! Gör ve ellerimden tutup beni doğruya götür. Gör ve yüreğimden tutup beni güvene taşı! Gör ve göre göre sev! Rabbimin beni sevdiği gibi sev… Yani? Yani kusur ve günahlarımı affetmeye, hayırlarımı kabule ve her halukarda yanımda olmaya azmede ede sev. Zayıflığımı kuvvetinle telafi ede ede sev!
Ve böyle sevmişken, sırası değil, lütfen, kapatma gözlerini! Bilirsin ya, ben kahvesiz duramam. Şimdi, ey benim “yanık kahvem”! Dualarında yakar ki, bu can sana daha fazla hasret çekmesin. Bilirim, şimdi sen dua ederken gözlerin dolar, temelli güzelleşirsin. Allah kem gözden korusun, nazardan esirgesin, “kapat gözlerini kapat! Kapat kimse görmesin!”
Neslihan Nur TÜRK
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)