
(KALANIN KALEMİNDEN...)
Ayrıldık.
Kanın damardan sızması gibi, canın tenden sıyrılması gibi ayrıldık.
Onda kayıtsız bir kaybolma tutkusu; bende kaybolanın bir daha bulunamayacağı korkusu... Aramızdaki uçurumu böylece derinleştirmiş olmalı ki, tutkuyla korku arası bir boşluk mesafe girdi aramıza.
Çok sert adımlarla, ismini topuklarıyla yere kaydedercesine gitmişti giden. Öylesine kararlı! Ayrılığın bu kadar çaba sarfedilmeyi gerektirdiğini bilmezdim, onda gördüm. Ayrılmak için azimli olacaksın, elinden geleni yapacaksın ki; sevsen dahi bırakıp gidebilesin.
Özgürlüğe takma kanatlarla havalanmışken, sahi yüreğimde tutsak mıydı diyorum ardından; bu ne hevessiz gidiştir...Hevessizse neden gidiştir?
Kaybolmanın cazibesi kendine doğru bir çekimle koparırken gidecek olanı kalacak olandan; iki yönlü bir karmaşadır yaşanan.
Kalan kendi yargılarıyla suçlu aramaksızın bir anlam yüklemeye çabalarken gidenenin gidişine; gidenin gitmek için gösterdiği çabayı göstermemiş olmalı ki bir türlü anlam yükleyemez ayrılığa. Ve yüklenmemiş bir anlam kalınca kalanın elinde, artık tek açık öğesi yüklem olan ve gizli bir 'biz' tarafından paylaşılan bir cümlenin gerçekliğidir esas olan; ayrıldık.
Değil mi ki, biz aşka dair bütün hukuk kaidelerini ihlal etmişiz. Hiçbir ceza felsefesinin mantık şemasına uymaz; bir suçsuzluğun cezalandırılması... Ayrılık, aşkın anayasasına göre bir cezaysa ve tek kişi karar verse dahi iki taraflı çekiliyorsa bu ceza; muhakkak ortak bir suç bulmak lazım! Bir masumiyetin cezasını çektik; kalbin hukukunu çiğneyerek...
Fezlekelere suç-ceza dengesini tutturamadığından tutarsız ifadelerle işlenen ve sonuna 'yaşanmaya değmezmiş' mührü vurulan ucuz sevdalarla dolu ayrılıklar arşivi...
Sanığın yüzüne karşı okunmayalıydı suçu; itiraz hakkımı kullanıyorum sayın hakim...
Kalem kırılır, kitap kapanır.
Kalan; yani sanık olan kendi yalnızlığının hapishanesinde bir sigara yakar; giden; yani hakim olan kendi yalnızlığına gitmiştir ancak, her nefeste yanar.
MÜMİN MUNİS
(GİDENİN KALEMİNDEN...)
Ayrıldık… Kalbin oksijensiz kalması gibi, ruhun bedenden ayrılması gibi ayrıldık.
Kaybolmak arzusu olmamıştı içimde hiçbir zaman, sende beni bulamamak korkusu olduğunu bilmiyordum ki. Aramızdaki mesafeyi biz açtık farkında olmadan. Bir olmanın verdiği tutku; kaybetmek düşüncesinin verdiği korkuya yenilince, bir nefeslik aşk koca bir dağ oldu aramızda.
Öyle yumuşak atıyordum ki adımlarımı, attığım her adımda ismini sayıklıyordu kalbim ben giderken. Çabam ayrılmak için değil, kalmak içindi oysa. Kalmak için neyi mi bekliyordum? Ayrılmamak için çabaladığım yerden bir ses ‘gitme’ dese, bir defa söylese yeterdi bana. Ama olmadı. Beni göndermek için bu kadar heves nedendi? Seveceksin, onca zorluğu aşıp bir olacaksın, hiçbir şeye aldırmadan dünyanın merkezi yapacaksın onu. O da sana aynı duygularla seni sevdiğini hissettirecek. Ama sonra; dolu dolu yaşanmışlıklara rağmen severken gitmek zorunda kalacaksın
Kalan sadece kendisi karmaşaya düştüm sanacak. Asla bilmeyecek ki giden kaç parça olmuştur.
Kalanın ‘dur gitme’ demeyişine anlam yüklemeye çalışırken, bir taraftan da ayrılığın mahkemesini kurmaya başlamıştır içinde. Suç neydi? En büyük suç aşka sahip çıkamamaktı. Aslında ikisi de sanıktı. Büyük sevgilerin engelli çıkmazlarında kalplerin en büyük cezasıydı aşk. ‘Ayrıldık’ derken bile ‘biz’ çoğulunu kullanırken kalbi yakabilendi aşk. Aşkı ayaklar altına alan ayrılıklar arşivine eklenmemeli bu aşk.
Öyle büyük bir sevgiydi ki paylaşılan o sevgiye layık bir şekilde bitmeli…Giden kendi idamını onaylar; kalemi kırar. Fakat kitap kapanmamalı. Sormalılar gidene ‘son isteğin nedir diye’ Büyük aşka uygun en olması gereken cezayı isteyecektir belki de… Her şey hukuka uygun olmalıydı. Cezası yüzüne okundu ve sordular ‘son isteğin nedir?’
Giden: Ben giderken onu bıraktığım yerdeyim hâlâ. Gidemediğimin kalbine müebbedimi istiyorum…
AYŞE DURAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder