«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»

12 Nisan 2009 Pazar

Üşüyorum / Sesimi ört...


bir solukta okumak istemiyorum seni, sayfalarını çevirme

uyku tutmadı, sen tut beni
en son koynunda unuttum günaydın dilimi
gözlerinde büyüdüm, yüreğim sende çocuk kaldı
hadi kalk gidelim, bizi görüp yazacaklar, az kaldı

en keyifli sabah kahvaltım ! Sen,
göğsünde yürüdüğüm balıkçı kasabası
akşamdan kalsın öpüşlerin, yalpalasın dudaklarımda
susuyorum, özlemin gelincik tarlası
susatma

gözüm tutmadı sensizliği, bir daha yollama

efkar dağıttım, herkese biraz düştü
dalgalara gözlerimle yazdım şiirimi, ıslandı ama yırtılmadı
kalbim, içli şarkılar kuşağı. İçinden geçiyor
parmaklarım karanlıkta mum gibi,
sana yazıldıkça eriyor

ateşli çingene dansım! Sen,
uzağında kaldığım deniz ülkesi
tutamayacağın sözler ver bana, ben tutarım
nefes alsın yorgunluğun dağınık yatak akşamlarında
biliyorum, gözlerin bir İstanbul hatırası
kapatma

ellerim tutmadı vedada, yaşlandım
beni kendinde bağışla

Sessizce...



Düslerimi gecenin koynuna serpiyorum...

Aglayan yüregimin sesini kimseye duyurmamak adına
/sessizce yanıyorum.../

Hayallerim solgun, kurumus yaprak misali dökülüyor umut dalından...

Ama topraga saplanmış köklerinde kurumaya niyet yok...!
...

Ne yapalım...

kalbime düsen nasip, meczup diye anılmakmış...

Ask renginde odalarını boyamakmış...

...

Ucsuz bucaksız bir yolculuga cıkıyorum...

Deli divane gönlümün semtinde geziniyorum...

Yıkık dökük harabemde özümü anlayan kac kisi barınır ki...?

Kac el dokunmustur bu zamana kadar yüregimin gizli köşelerine...?

Kac bakış delip gecmistir suretimi...?

"..."

Sus gönül sus...!
Kendi kendini yaralarsın...

Payına düsen hasreti nimet bil kendine...!

...

Issız ve siyaha boyanmıs olsa da gönül odalarım..

uzaktan los bir ışık sızar en derinlere...

Yaslarım başımı yorgun bir bilinmeze...

Yarına ne kadar kaldı...?

Yarın var mı...?!?

Yarında barınanlar derdime derman mi...?
...
Gectigim yollara kimseler ugramaz oldu...

Hadi yüregim sana en yakışanı susmak...

Sessizce yaşamak...!

"..."

Söyle ey yalnızlık...
Bu defa kimden yadigarsın bize?
Yine hangi vefasızın kahrını yüklendin de geldin...
Gözyaşı esaretini tattırmak için mi?
Her gelişinle bin bir cefa tohumunu ekerek,
Katlanır mı sandın yine bu yürek!

Ey yalnızlık...!

Bizi karanlık yüzlere dost,

Hüzne sırdaş,

Firaka yoldaş eylemeye mi geldin?
Yine apansız , zamansız,
Yine mekansız geldin...


Ahh yalnızlık...!

Varlığın hiç olmasa keşke..
.
Adınla kalsan, kendinle kalsan
Ve varlığında yok olsan...

Ey yalnızlık!
Seninleyken ızdırapla inlediğimiz naraları duymaz mısın?

Tatlı hülyalara dalıp,
Kabuslarla uyandığımızı görmez misin?

Heyhaat...


Zulmüne esir olmuşluğumuzu biliriz de,

Yine de sitemimiz sana değil;

Ruhumuzu sana râm eden merhametsizleredir bilesin...

Kervanına yoldaş eyledi ya bizleri

Azad etse de bu haletten ne çare

Söyle kapanır mı yürekte ki bu yâre...!

Varlığın zulmet ,yokluğun nur olur şu garibe...

FEZÂNUR

6 Nisan 2009 Pazartesi

Göz yaşlarım tükendi, hasret gecelerinde ağlamaktan...


Kara bulutların ardından umutlarla beraber doğan, güneş gibisin…
Sen herkes yok iken en yakınımda hissettiğim, hayat veren nefes gibisin…
Yüreğime düşen göz yaşlarımın sebebisin…
Bir fırtına misali dalgalarla boğuşurken hayat denizinde; Sen ellerimden tutup yaşama geri döndüren can gibisin..

Ey Resul! Sen; gönül diyarında sevdalıların en nadide gülüsün..

Koklamaya utanırım, dokunmaya cesaretim yok..!
Hangi halime güvenip geleyim Sana..!
Ümmetin olduğumu nasıl ispatlayayım..!
Ben garipler diyarının en gafil garibi, nasıl geleyim Sana..
Sen ki emanet ettiklerinle en güvenilir rehber…
Sen uyarıcı Peygamber.. Sana lâyık değildir ki bu sözler…
Gece yarılarında bozuk lehçemle Sen’i sorarım, Sen’i bulanlara…

Yol gösterirler sonu Sana ulaşan… Yürümeye halim yok, Sana gelecek kadar güçlü değilim…
Ey gözümün nuru Sultanım..!
Ne zaman Sen’i duysam dillerden. Önce bir gül gelir gözlerimin önüne ve hayallerimdeki Sen…!
Damarımda akan kan kadar gereklisin düşüncelerimde, ruhu çekilmiş ceset gibiyim ayaklarının önünde.
Ne olur! Bir kez! O rahmet deryası gözlerinle bakıver. Ey Nebi… Kalbim erisin…

Göz yaşlarım tükendi, hasret gecelerinde ağlamaktan..!

Mekke’deki hasret, Medine’deki vuslat..
Yüz binlerce salât ve selâm olsun Sana..
Yüreğimden kopup gelen bir sedâyla sesleniyorum Sana.

Es-selâtu vesselâmu Aleyke Ya Rasulalah….!

Ey âzâlarım


Göz, neyi görürse, akıl onun derdine düşüp onunla meşgul oluyor..

Öyleyse, ey göz, güzel bak !..

Sen güzel baktıkça, güzeli gördükçe, kainatın sayfaları açılacak bir bir önüne..
Sen bakmaman gerekenlere baktığında, yorulacak akıl ve kalp.Gayenin önünü toz kaplayacak..

Kulak, işittiği sözleri tekrarlıyor..

İşitilenlerden akla bir yol gidiyor sanki ve gereksiz her söz, o yolda ilerleyip, beyin kıvrımlarında yerini alıyor..

Öyleyse, ey kulağım, kötü şeyler işiteceğini bildiğin yerden kaç..Gıybet ve dedikoduya kapan..


Eller ve ayaklar, her gün türlü işte çalışıyor..Gidilmesi yere götürmeyip uzanıveriyor bazen ayaklar bir yerlere..

Bazen, eller, vermesi gereken yere uzanmıyor..Geri çekiliyor..

Öyleyse, ey el, “veren” ol..Ve ey ayak, en güzel yerlere taşı bu bedeni..

Kalp, neyle doluysa, ameller de o yönde oluyor..Kalbin ne kadar kısmını boş sevgiler kaplıyor?Sevgilerin esas sahibine yönelmeyince, bir yük oluyor kalp..

Ey kalp, seni Yaratan’dan çok sevebileceğin kimse var mı?…

Akıl…Güzelliklerin de, kötülüklerin de gerçekleşmesinin önceki durağı..İradeyle yönlendirilen, niyetlerle anlamlanan ameller…

İşte ey aklım, düşünmektir mesleğin.. Tefekkürdür emelin..

Hayrı ve iyiyi hayal etmekte, hayra karar vermekte, iradene hakim olmakta, yani senin işleyişinde belirleniyor her şey..Çizgiler böylece çiziliyor..

Dil, türlü tatlarla mütelezziz..Türlü kelamlarla müteellim..
Bazen, dökülen kelamın her biri ayrı bir tohum, ayrı çınarlar yetiştirecek..
Bazen, ağır bir yük olarak inecek insanların kalbine kırıcı sözler..

İşte, ey dil!… Sarf ettiğin sözleri koru…Hayra dön, şerde tutul..

İyi tad.. Fabrikanın yasakçısı hükmünü koru..

Bütün âzâlarımızın her daim şükrünü edâ edebilme duâsıyla…!

Sen varsan Yâr...


Aradığım sendin güle dönerken şafaklar, küllenirken akşamlar… Gül kızıllığında müjdeler aradım ebrulî bulutlardan hüzme hüzme süzülürken ışıklar.

Çöl benim içimde, acı benim içimde. Mecnun’un, geceler ve gündüzler boyu Leylî iniltilerini bir ney gibi dinleyen kum taneleri ayaklarımın altında ateş ateş çoğalırken, geceyi özlüyorum.
Gecelerde dolunaylar gibi doğasın diye ufkumda yâr!

Çölün sessizliğine düşerken yıldızlar, yüreğimin kuytularına serinlikler insin cennet cennet ne olur!
Bir aslan avcısının çölün hür ufuklarında geceyi yorumlayıp da,
“Ebedi ve ezeli Sevgilinin dört duvar arasına sıkıştırılamayacağını anladım.” deyişi gibi ben de gönül semalarımda yıldız yıldız beliren mühürlerine bakıp seni yaşamak istiyorum içimde ey sevgili!

Benim için her gül yaprağında sen, her yağmurda sen, her rüzgârda sen…

Varlığım seninle…
Zamana senin adınla mühür vuruyorum.
O mühürler ki, zamanın sonsuza uzandığı yerde ancak yine senin adınla açılır,
yine senin adınla okunur.
Gönlümün gaflet çölünde perişan düştüğü demlerde hasretimi affıma ferman say da ne olur ötelerin tütsüsüyle yeni mühürler vur yüreğime.
Zaman ırmağının donduğu ötelerde de açılacak sonsuza uzanan yeni mühürler.
Yüreğim seninle mühürlensin.

Adım, adınla bilinsin yâr!
Adımlarım ne yana dönse sana olsun.
Ki, sen her yanımdasın.
Biliyorum şah damarımda akan kan, daha yakın değil bana senden.

Yakınlığın gül tadında yanmaksa eğer uğruna,
ne olur beni de yak yaprak yaprak aşkınla.
Bin kerre bozduğum tövbelerden sonra yeni baştan yazılsın gecenin en mahrem saatlerinde aşk kitabım.

Kitaplar kitabından nasibime ilkin nasıl adın düşmüşse, yine öyle adınla başlasın satırlar.
Nice gönlü bin parçaya bölen Züleyha bakışlı güzellerin aşk sayfaları rafa kaldırılsın Yusuf kanatlarıyla.
Titreyen dudaklarımdaki son mühür, son isim, son çağrı son tat adın olsun…

Bunu affıma ferman bilirim.
Sen varsan yâr, her şey bana yâr!

Vücut zindanında sana müştak gönlüm nice baharlar yaşar adınla
yağmur yağmur, demet demet.

Mısır’a sultan olmak değil mi ki ışığa hasret köhne zindanlardan geçiyor,
beni de nefsin zindanında esarete mahkûm bir Yusuf say da,
arındır ve sonra da kavuştur özgürlüğüme yâr!

Bilirsin, özgürlüğüm, sana tutsaklığımdır.

Arzuların kör kuyusuna benim de atılmışlığım vardır.
Ne olur beni de Yusuf’lardan say, yolla ümit kervanlarını, sal rahmet kovanı.
Ufkum senin rahmetinle şenlensin. Göz sahillerimde dalgalar senin adınla coşsun.

Tesellim; hasretimdir, gözyaşımdır, umudumdur…

Bulut bulut dolan yüreğimden sana akıtıyorum gözyaşlarımı yâr!
Önce adın, sonra adımlarım…
Ben bir gelirken sen iki gelensin.
Benim için bana benden daha çok yönelensin.
Çağları aşan çağrılarınla günü beş parçaya bölerken,
Ne olur her parça benim için bir altın dilim olsun secde secde sana yönelişlerimle..

Bir Et Parçasının Temayülleri


Kalp:

Göğsün en korunmuş kutsanmış yerinde uğuldayan çığlık.
Hayatın sınırlarından tutunduğumuz kulpu.
Kadim zamanlarda yerleştirilmiş uydu. Lacivert gecelerin saklandığı kuytu. Aydınlığı doğuran coşku.
Benzeri asrısaadetli hatıralarda bulunabilecek vurgu…

Eski bir yıldız, ışığı asırları aydınlatacak.
Söndüğünde şehrin ya da şiirin birer beyti kararacak.
Hezimeti hizmete çeviren bu et parçası taşlaşmadan
haşlanmalı imanın güneşiyle doğan sabahlarda…

Yürek:

Cesaret ülkesinin efendisi. Aslan kaplan ya da başka huyların vücuttaki abidesi. En korkunç zamanların kaçmak bilmeyen külkedisi.
Ayakkabılarını unuttuğu yerde durur,
Yakup’un Yusuf’un gömleğine yüzünü sürdüğü andaki hissi.
Bedir’de Uhud’da Hendek’de hayat bulur Muhammedi ifadesi.

Gönül:

Kapı. Maddiyatın maneviyata açıldığı kapı. Cismin isimlerle hitabı.
Aklın dili, ruhun kitabı.

Dünyanın minaresi Ahiretin mihrabı. İmanın,
aşkın her türlü hissiyatın ikamet yeri bu yapı.

Cahiliyeden üsvei haseneleri çıkaracak kadar fedakar,
aydınlığa perde çekecek kadar hilekar.

Gönlün ehilleri sırlıdır. Nebilerin ziyası onların halinden kalinden yansıtılır.