«Yabancısı oldum; ama yalancısı olmadım hayatın...»

30 Mayıs 2011 Pazartesi

Müslümanız?

-Müslümanız değil mi?
-Elhamdülillâh...

Müslümanız; ama...
En afilli küfürleri biz eder; en süslü yalanları biz söyleriz.

İçki içmekte üzerimize yoktur; öve öve bitiremeyiz bu hünerimizi.

Kendi hakkımız gasp edildiğinde yeri göğü inletirken, başkasının kul hakkına girmekten zerre çekinmeyiz. Haklıyızdır da, bizim de hakkımız yenmiştir çünkü...

Zinâ çağdaşlık, modernlik göstergemizdir bizim. Tecrübe etmeyenleri de ayıplarız üstelik. Ayrıca zinâ'dan daha beter olan "dedikodu", artık günlük yaşamımızda olmazsa olmazımızdır.

Yarı çıplak veya dar kıyafetlerle vücudumuzu namahrem olanlara teşhir etmekten hiç elem duymayız.

Sevgilimiz/eşimiz istediği için kapanırız; namaza başlarız da, Allahü Teâlâ'nın bunları bize emrettiğini unutur, O'nun bizden râzı olmasını ikinci plana atarız.


Sevdiğimiz insan günde on kere çağırsa, her defasında en güzel kıyafetlerimizi giyer, en güzel kokuları sürünür de heyecanla koşarız yanına; ama bizi, biz yokken de seven, bize değer verip yaratan Allahü Teâlâ'nın huzuruna, günde beş defa abdest alıp çıkmak çok zor gelir. Bu büyük buluşmayı her defasında erteleriz.

Kur'an-ı Kerim'e saygımız büyüktür. Evimizin en yüksek yerine koyar; baş tâcı yaparız. Ama içinde ne yazdığından haberimiz yoktur.

Kendimize futbolcuları, popçuları, siyasetçileri örnek alırız da, âlemlerin efendisi Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'in sünnetlerinden, ahlâkından haberimiz yoktur.

Menfaatimiz için olmadık kişilerin önünde el pençe dururuz; ama her şeyin ilk ve son sahibi olan Allahü Teâlâ'ya el açıp duâ etmek aklımıza bile gelmez.

Şimdi,
-Müslümanız değil mi?
-Elhamd...

İyi ki kimliklerimizde "Dini: İslam" yazıyor. Yoksa kendimizden şüpheye düşeceğiz...

(Selim Kibar)

Zirâ aşk da O, âşık da, mâşuk da O.

Ah! Bilseydin ki yangınım kül dâhi bırakmadı derunumda. Lisânım tutuştu da gönlüm aşka yaklaşmak arzu etti. Ben aşk diledim Mevlâ'dan, O dâhi duâmı kabul etti. 

Gözlerimi evvelâ bir kara sürmeliye meftun edip sonra da onun perde olduğunu gösterdi idrâkime. Sonra perdeyi çekti de ardındaki gizli hazineyi aşikâr etti.

Bilesin ki aşk benim içimde ezelden bir kara süveydâ. Tam ortasında gönlümün. Ah o olmadan nefes dâhi alamıyorum. 

Meğer aşk benim irademle değilmiş. Meğer aşk vuslattan sonra başlarmış. Yıllarca aşk diye dinlediklerim meğer aşkın yalnızca gölgesiymiş.

Bilesin ki, kendi elimde değildir gönlümün bu seyre dalışı. Aşka yanışı benim elimde değildir. Ben yalnız aşkı ararım buralarda. Bulsam da ararım, bulamasam da. Zirâ aşk da O, âşık da, mâşuk da O.

29 Mayıs 2011 Pazar

Yangın...


İçimde bir yangın var.
Biliyorum.
Gözlerimde sanki kıvılcımlar peydâ oluyor da yanıyorum.
Ama anlayamıyorum, aşkım gözlerimle gördüğüme mi; yoksa gönlümle hissettiğime mi?

İçimde bir sızı...


Aşktan kaçılmazmış, elhak. Nereye varsam orada o.
İçimde bir sızı; yâr var ama göremiyorum.

Bu gördüğüm düş,
beni mum etti; suya çevirdi.
Ateş etti; küle çevirdi.
Gözlerimin önündeki perdeyi tuttu, tüle çevirdi.
Âh ile yandım. Yandım. Ve dâhi yandım. Bu vâdide bana yanmak göründü. Ellerimde kalem konuştu da, dilimde kelâm yerde süründü.
Bana elest bezminde bir hançer saplamış güzeller ki, ilkin aşk sûrette göründü.
Ama şimdi ne sûret kaldı, ne kelâm. Bir yangın kaldı, külü kaknüse çeviren. Bir ateş kaldı, dili suskun kestiren.

Rüyâlar...


Rüyâların aslı kaybolalı çok oldu. Onları yoracak Yusuflar da yok artık...

26 Mayıs 2011 Perşembe

Yâr (Celle Celalühü) ve Leylâ...


Leylâ, bir kılavuzdur beni bu yolda menzilime ulaştıran.
O, bir ayine-i âlemdir ki ona bakınca ben Yârimi görürüm.
Ne o benden ayrıdır, ne ben ondan ayrıyım; bir vardır, iki yoktur. İkilik aramıza girmez bizim.
O yol gösterir, ben giderim. Kılavuzsuz yolcu, yolcusuz menzil mi olur hiç?

Devâsız yara...



Ben aşka suretâ vurulmuş olmaktan korkuyor, belki de bir nazenin güzele vurulmaktan ar ediyorum.

Sakladığım sır ince ince giriyor gözbebeklerimden gönlüme, öyle yaralar açıyor, öyle oklar saplıyor ki inliyorum.
Meğer bu sırra güç yetirecek âdem yokmuş bu âlemde.
Ve gönüldeki hiçbir yara devâ kabul etmiyormuş
...

Aşk...


Aşk, bir şem-i ilâhidir; benim pervânesi.

Aradığın şey kaybettiğindir ancak.
Aşk, buhranlarda aklına düşüyor insanın. Yârini kaybedince yanıyor âşık.
Öyle yanıyor ki varlığında bilmediği ne varsa bir bir anlıyor.

Aşk, bir tuhfe-i ilâhidir. Sana geldiğinde yapış ki ona, kaybetmeyesin.
Acı tohumu ekmezsen gönlüne, kızıl güller deremezsin.

20 Mayıs 2011 Cuma

el-AŞK


"Aşk ne vakitten beri vardır?" diye suâl etmiştim ona. Meğer ne ağır bir suâlmiş. Bir an düşününce acıdım ona. Gözlerime bu kadar çâresiz bakışını görünce, gönlüme bir acı tebelleş oldu. "Hele yanaş" dedim. Gelip karşıma diz çöktü.

"Bak, görür müsün hâlimi? Ben günler, aylar ve hattâ senelerce aradım bu suâlin cevabını. Sana sorduğumu dâhi unutmuşken, kendi içimdeki yangına çâre diye aradım. İlkin sandım ki, bu aşk söylemeye başladığında, canın acımaya başladığında ortaya çıkar. Kelimelerin söze vurduğunda, sözün köze çaldığında ele gelir. Sonra anladım ki; bu, aşkın sözde hâliymiş. Hattâ aşk değilmiş o. Susmak gerekirmiş ilkin.

Sonra susmak demektir dedim aşka. Susunca başlar. Sustukça artar dedim. Ama sustukça âşık dalında kavrulan yaprağa dönermiş.

Bir güzelin simâsındadır dedim. Simâya düşürdüm bu üç harfi. Harfe sığmadı, söze sığmadı. Yanmak dedim de köze sığmadı. Güzelin kara gözünden taştı, göze sığmadı.

Meğer aşkı sûrete sığdırırsan boğulurmuşsun. Yanarmış da kavrulurmuşsun. Dilbere aşk edersin; ama aşk bâki kalır da güzeli unuturmuşsun.

Aşk yangınla başlar sandım. Saf nâr sandım aşkı ben. Ama aşk yanmak, köz olmak, nihâyeti hiç olmakmış. Hiç etmekmiş bedenini, canını, gözünle gördüğün dilberi hiçe vurmak, hiçle tartmakmış.

Aşk ezelden varmış. Ona bir başlangıç bulunamazmış. Hiçbir can yokken o varmış. Aşk bir güzel isim. Aşk bir gizli hazineymiş. Bulunca almak gerek, onunla yanmak gerekmiş.

İşte ben bu suâlime böyle cevap verdim. Doksan dokuz güzel ismin yanına ekledim bir isim daha; el-Aşk. İşte sırrı buymuş aşk diye gönlümüze düşenin. O gönüle gömülüymüş de aramak gerekmiş.

Her kişi aradığını bulur. Biz dâhi Aşk'ı ararız. Lâkin o nerede? O ne zamandır var?
O âlem yokken de vardı, dilber yokken de vardı, güzel yokken de vardı, kelâm yokken, söz yokken ve dâhi beden yokken de vardı. O sırdı, bilinmek istedi. Üç harfine üç âlem yansın istedi.

İşte, aşk, bir güzel isimdir. Ve aşk ezelden beri vardır. En güzel isimlerin içinde gönlümüze saklanmış gizli bir hazinedir o. Ben böyle bildim, böyle söyledim ve dedim ya, doksan dokuz güzel isme bir isim daha ekledim; el-AŞK."